• Anasayfa
  • https://www.facebook.com/facebook
  • https://www.twitter.com/twitter

HACI ABDULLAH HALİFE KİMDİR

 

Giresun’un Yağlıdere ilçesi Tekke köyünde kurulmuştur. Hacı Abdullah Halifenin Hacı Ahmet Yesevi ekolünden olup Horasandan Karadenize geldiği ve zaviyesini yaptığı yörede irşad faaliyetlerini yürütürken aynı zamanda o sırada Trabzon’da vali olan Şehzade Selim’e hocalık yaptığı halk arasında anlatılmaktadır. Diğer zaviyelerde olduğu gibi Hacı Abdullah Halife hakkında halk arasında anlatılan rivayetleri belirtmek konunun anlaşılması bakımından önem taşımaktadır.

Bir rivayete göre Hacı Abdullah Halife bir gün ikindi namazını kılmak için Yağlıdere’nin Merkez Camii’ne gelir. Hacı Abdullah Halife camii imamından ikindi namazını kıldırmak için müsaade ister. Fakat imam bu isteğe izin vermez. Bu duruma çok kızan Hacı Abdullah Halife camiden çıkar ve Yağlıdere ırmağının yanına gider ve asasını ırmağın ortasına vurur. Ve büyük bir keramet göstererek ırmağın ortasında, suyun üzerine namazını eda eder. Hacı Abdullah Halifenin bu kerametinin halkın gözleri önünde gerçekleşmesi üzerine halk Hacı Halife’den hayır dua almak, himmet istemek için peşinden gelirler. Halkın bu şekilde yanına kalabalık bir şekilde gelmesinden rahatsız olan Hacı Halife hemen oradan uzaklaşmaya başlar. O uzaklaştıkça halk peşinden gelir. Nihayet bu takip Hacı Abdullah Halife’nin köprüye ulaşmasına kadar devam eder. Köprüye gelen Hacı Abdullah Halife burada bir an durup, geriye bakar ve beddua eder. Allah’tan o sene de bir ırmağın üzerindeki köprünün sele kapılmasını niyâz eder. Gerçekten de hemen hemen dokuz-on senede bir Yağlıdere’de büyük bir sel olur ve ırmağın ortasından geçen köprü selle beraber zarar görüp, yeniden yapılır. Halk bu durumu Hacı Abdullah Halife’nin bedduâsına bağlamaktadır[1].

İkinci rivayete göreYavuz Sultan Selim Han Trabzon’da 1489-1512 yılları arasında valilik yapmıştır. Hacı Abdullah Halife Tekkeköy ile Tuğlacık köyündeki zaviyeyi kurup yerleştikten sonra Yavuz Sultan Selim’in hocalığını yapmaya, ona ders vermeye başlamıştır. Dolayısıyla Hacı Abdullah Halife her sabah Tekke köyden Trabzon’a Selim Han’a ders vermeye gitmekte ve her akşam köye geri dönmektedir. Köye dönerken yanına almış olduğu ekmek, Tekke köyüne vardığında hala sıcaklığını muhafaza etmekte imiş[2].

Üçüncü rivayete göre Hacı Abdullah Halife Zaviyesi vakfının müştemilatından olan ve bugün de iki köy halkına hizmet vermeye devam eden değirmenin inşası da ilginçtir. Hacı Abdullah Halife Tekkeköy ile Tuğlacık köyleri arasında kalan ve bugün halk arasında “Şimşirlik mevkii” denilen o gün için suyun mevcut olmadığı yere değirmen yapmak ister. Bu durum halk arasında tuhaf karşılansa da Hacı Halife değirmeni yapıp bitirir. Hacı Abdullah Halife, bugün değirmenin hemen yukarısında mevcut olan iki gözlü kaynağın olduğu yere gelir. Asasını kaldırarak üç kez yere vurur. Üçüncü vuruştan bir müddet sonra yerden su fışkırır. Hacı Halife suya niçin geciktiğini sorar. Su da dile gelir ve şöyle cevap verir “Bağdat’tan buraya yedi dağ delerek geldim.” der. Böylece değirmen çalışmaya başlar ancak değirmenin bir kerameti daha vardır. Değirmenin teknesine buğday kudretten dolmaktadır. Değirmene gelen halkın tek işi, ununu alıp gitmektir. Yalnız değirmenden yararlanmanın bir şartı vardır: Hiç kimse değirmenin teknesinin içine bakmaması gerekmektedir. Hacı Abdullah Halife bunu herkese sıkı sıkıya tenbih eder. Köyden yeni bir gelin ise teknede ne olduğunu çok merak eder. Günün birinde bu merakına sabredemez ve değirmene giderek teknenin içine bakar. Bir de ne görsün! Teknenin içinde büyük sarı bir yılan var. Buğdaylar bu sarı yılanın ağzından akmakta ve değirmen taşında öğütülmekte. Gelinin tekneye bakmasıyla yılan birden bire ortadan kaybolur. Ve böylece değirmendeki sır kaybolmuş olur. Köylüler değirmenin bu sırrından bir daha istifade edemezler ve kendileri buğday ve mısırlarını götürerek unlarını elde etmektedirler. Buna benzer bir olayda Derelideki Tekke Köyü’ndeki değirmenle ilgili olarak rivayet edilmiştir.

Dördüncü rivayete göre ise Hacı Abdullah Halife Trabzon’da mektep okutup Tekke Köyüne gelirken Yağlıdere Cami yanına geldiğinde, üzerindeki elbiseler kalenderâne biçimde olduğu için halk tarafından dilenci sanılarak oradan uzaklaştırılmıştır. Oradan hızlı bir şekilde uzaklaşan Hacı Abdullah Halife Elmabelen Köyü’nün girişinde kocaman bir taş gelip çatar. Başka yerden geçme imkânı da yok, sağa sola bakıyor, geçilecek yol yok, arkasından gelenler peşindeler, o anda çaresiz kalınca, taşın geçit vermesi için Allah’a ilticada bulunur. O anda Alah’ın izniyle Hacı Abdullah Halife’nin kerameti zuhur eder ve taş bir anda ikiye ayrılır. Yarılan taşın arasından geçerek yoluna devam eder ve Tekke köyüne gelir[3].

Halk arasında Hacı Abdullah Halife ile ilgili sayısız rivayet anlatılmakla birlikte biz buraya en önemlilerini aldık. Yukarıda ikinci rivayetteki Hacı Abdullah Halife’nin Yavuz Sultan Selime hocalık yaptığına dair herhangi bir kayda rastlamadık.

Hacı Abdullah Halife Zaviye- Vakfı ile ilgili olarak H. 1290 tarihli yayınlanmış olan salnâmeye göre Hacı Abdullah Halifenin vefat tarihi aynen şu şekilde yazılmıştır; “Tirebolu kasabasına on iki saat mesafede Tekye karyesinde Şeyh Hacı Abdullah Halife Hazretleri medfun ve vefâtı dokuz yüz elli senesi olup hayatında iskan eylemiş olduğu hanesi el-an müceddet inşa olunmuş gibi mevcuttur.”[4] Bu bilgilerden sonra Hacı Abdullah Halife ve kurmuş olduğu zaviye hakkında izaha geçebiliriz.

Hacı Abdullah Halife Zaviyesi Vakfı’nın kuruluşuyla ilgili olarak elde kesin bir bilgi yoktur. Vakfın zaviyesi Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’da şehzadeliği esnasında, vakfiyenin tanzimi ise daha sonra hicri 950 tarihinde Kazasker Mehmet Efendi tarafından aslına uygunluğu tastik edilmiştir[5].

Hacı Abdullah Halife vakfı Yavuz Sultan Selim tarafından annesi Gülbahar Hatun adına tesis edilmiştir. Hacı Abdullah Halife vakfı ve vakfiyesini incelemeden önce Gülbahar Hatun ve vakfı hakkında bilgi vermek konuya biraz daha açıklık getirecektir. Hacı Abdullah Halife vakfı ve tekkesi ile ilgili kayıtlarda Gülbahar Hatun ve “ümm-i sultâni’l-a‘zam” ifadesi geçmektedir. Bu tabirdeki “sultâni’l-a’zam”dan kastedilen kişi Kanuni Sultan Süleyman; ana, valide, nine anlamına gelen “üm” ifadesinden kastedilen kişinin Kanuni’nin annesi anlaşılmaktadır. Ancak kast edilen kişinin, Yavuz Sultan Selim’in hanımı, kanuninin annesi Hafsa Hatun mu, yoksa Kanuni’nin ninesi, II. Bayezıd’ın eşi Gülbahar Hatun mu olduğu hususunda kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Yapılan tespitler sonucu adına vakıf tahsis edilen kişinin Yavuz Sultan Selim’in annesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın babaannesi, II. Bayezıd’ın eşi olan Ayşe Gülbahar Hatun olduğu anlaşılmıştır[6].

Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey’in kızı Ayşe Gülbahar Hatun 1467 (871) yılından sonra II. Bayezıd ile evlenmiş ve Şehzade Selim’i 1470 yılında dünyaya getirmiştir. 1505 yılında vefat etmiş olup türbesi 1516–1517 yıllarında Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmıştır. Gülbahar Hatun türbesi, Trabzon’da Gülbahar Hatun Mahallesindedir[7].

Trabzonlu tarihçi Şakir Şevket, 1877 tarihinde İstanbul’da yayınlamış olduğu Trabzon Tarihinden Sayfalar adlı eserinde Gülbahar Hatun’un vefat tarihini h. 911/ m. 1505 olarak zikretmektedir[8]. Türbenin kapısı üzerinde Farsça altı mısralık sülüs yazılmış bir kitabesi mevcuttur[9]. Kitabe’nin günümüz Türkçesine çevrilmiş hali şöyledir :

“ Rum (Anadolu) hanımı dünyadan ahiret semtine yüz döndürünce,

Sonsuzluk tahtını ve devamlılık diyarını göze almak icap etti,

Onun himmetinin yanağı dünyanın fani devletinden yanınca,

Yüksek tensibe uyarak yüzünü devamlılk devletine koydu.

Allah’ın feyzinden onun yüzüne devamlılık rahmeti inince,

Vefat tarihi onun yüzündedir oldu.911”(1506)[10]

Gülbahar Hatun kurmuş olduğu vakıf ile hayır hizmetlerinde bulunmuştur. Yavuz Sultan Selim’in kendine tahsis etmiş olduğu maaşı fakir ve fukaraya dağıtmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han Trabzon’u fethedince tüm vakıfları devlet koruması altına almıştır. Sonradan bu vakıfların yönetimini Gülbahar Hatun üstlenmiştir.

1495 yılından vefat ettiği 1506 yılına kadar kendi kurduğu vakıflarla beraber devlet vakıflarını bir arada yürütmüştür. Gülbahar Hatun vakfına bağlı bir cami, mektep, darülkurra, zaviye, fırın, aşhane, şadırvan, medrese, imaret ve türbeden oluşan külliyenin varlığı tarihi kayıtlarda geçmektedir[11].

1843 tarihli bir vakfiye defterinde Gülbahar Sultan Vakfı ile ilgili kayıtlar 2-26-30-39. sayfalarında yer almaktadır. Buradaki bilgilere göre vakıf, 209 parça mevkufâttan, 118 parça köyden, 30 adet yayladan oluşmaktadır. 1858 tarihli vakıf defterinin kayıtlarına göre de vakfın gelirleri o günün parasıyla 77.422 kuruş, giderleri ise 13.436 kuruştur[12].

Trabzon’da 1554 yılında kurulan müslüman mahallelerden birisi olan İmâret-i Hâtuniyye mahallesi, Yavuz Sultan Selim’in annesi Gülbahar Hatun namına kurulmuştu ve onun burada tesis ettiği imaretin evkâfı, İstanbul’da yaptırdığı bir hamam istisna edilirse, tamamen Trabzon’da bulunuyordu.  İstanbul’daki hamam geliri ile birlikte 114.760 akçedir[13].

Trabzon’daki Yavuz Sultan Selim Vâlidesi imareti evkafına tahsis edilen 21 köyde 1655 hânede (80 müslüman, 1575 hıristiyan) 1850 nefer ve 150.997 akçelik varidat mevcuttu[14]. Yine Trabzon’un Maçka Nahiyesinde Gülbahar Hatun İmareti evkafı için beş köyde 542 hane (40 müslüman, 502 hıristiyan), 634 nefer ile 56.507 akçelik bir gelir mevcuttur[15]. Vakfa gelir sağlayan bir başka kaynak ise Yomra nahiyesindeki Hoç köyünde 48 hane ve18 baştineden sağlanmıştır.

1258/1271 tarihli Giresun, Keşap, Tirebolu Görele, Trabzon ve Doğu Karadeniz Bölgesi ile ilgili Mukataa defterinde 322 kayıt içinden yarısına yakını Giresun’a ait olmak üzere nakledilmiştir. Bunlar içinde yer alan 30 yayla Gülbahar Hatun Vakfı mukataasındandır. Gülbahar Hatun Vakfına vergi ödeyen vergi ödeyen köyler Akçaabat’tan Terme’ye uzanmaktadır. Şu an Yağlıdere ilçesine bağlı olan Tekke Köyü de bu köylerin içindedir. Bunlar arasında yer alan yaylalar şunlardır:

Kulaksız, Sarıtaş, Eğrisu, İnce, Seydi, Türkmenler, Ernacendel, Türkmen Şebhane, Öküzlü, Tekkeli, Çardaklı, Santa, Çatlıpınar, Kirit, Boncuklu, Bakioğlu, Manukli, Ahmet Çavuş, Alaçayır, Çakırgül, Karagöl, Üçpınar, Karaburun, Kara Ahmet, Taşlıoba, Kütikli, Sırganlı, Özmezra ve Ayer yayları.

Tekke’nin tapu kaydının yenilendiği 1522 tarihinde Hacı Abdullah Halife’nin hayatta olduğu anlaşılmaktadır. Arapça vakfiyenin düzenlendiği 1544 yılında ise vefat etmiştir. Hacı Abdullah Halifenin vefat tarihi 1543’tür. Bu tarihe 1873 yılına ait bir salnamede vefat yılı ve durumu hakkında şu bilgiler yer almaktadır: “Tirebolu kasabasına on iki saat mesafede Tekke karyesinde Şeyh Hacı Abdullah Halife Hazretleri medfun ve vefatı dokuz yüz elli senesi olup hayatında iskan eylemiş olduğu hanesi elan müceddet inşaa olunmuş gibi mevcuttur”[16].

Yakın zaman içinde yayınlanmış olan iki eserde Hacı Abdullah Halife Zeyniyye Tarikatına mensup olarak belirtilmiştir[17]. Ve Zeyniler isimli kitapta Hacı Abdullah Halife Kastamonulu olan Hacı Abdullah Halife ile karıştırılmıştır. Çünkü yazarın da belirttiği gibi Kastamonulu Hacı Abdullah Halife Cemaziyelahir 894 (Mayıs 1489) tarihinde Bursa’da vefat etmiş ve şeyhi olan Tacüddin İbrahim Karamani’nin yanına defnedilmiştir. Oysa bizim yukarıda ki paragrafta belirtmiş olduğumuz gibi Hacı Abdullah Halife’nin vefat tarihi 1543’tür[18].

Hacı Abdullah Halife Tekkesi bugünkü Giresun’un Yağlıdere ilçesine bağlı Tekke ve Tuğlacık Köylerindedir. Yavuz Sultan Selimin Trabzon Valiliği sırasında (1489–1512) annesi Gülbahar Hatun adına 1495–1500 yıllarında kurulduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Yönetimi Hacı Abdullah Halife’ye bırakılmış ve zaviye kurucusunun adını almıştır. Hacı Abdullah Halifenin asıl adı Abdullah olup babasının adı Kasım Halifedir[19]. Bu zaviyenin ismiyle anılan bir vakfı vardır. Geliri bu vakfa verilmek üzere Ahi Çukuru (Tekke Köyü), Tohumluk, Kızıllar, Yarımcakilise, Çayırlu Köyleri ile Harava (Tuğlacık ) köyleri tahsis edilmiştir. Bu köylerin tekkeye tayini yine Yavuz Sultan Selim’in Trabzon sancağında valiyken gerçekleşmiş olup ve bu tayin devletçe tescil edilmiştir. Kayıtlardan anlaşıldığına göre, vakfiyenin tanzimi tekkenin kuruluşundan çok sonra olmuştur. Tekkenin mevcut olan tapusu 1522–1523 yıllında yenilenmiştir. Bu tarih Yavuz Sultan Selim’in Trabzon valiliğinden sonraya rastlar. Oysa bu tarihten önce Hacı Abdullah Halife irşat vazifesini sürmektedir.

Ayrıca 1486 tarihli Tapu Tahrir defterindeki “Ahi Çukuru, Vakfı Tekke-i Kasım Halife. Abdullah veled-i Kasım Halife, mezkûr tekkeye müderris hatip, imam ve müezzin olup müdam padişahın devam-ı devlet duasına meşgul ola” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, oğlu Hacı Abdullah Halifeden (?-1543) önce Kasım Halifeden önce Ahi Çukurunda yani bu günkü Tekke Köyünde zaviye mevcuttur[20].

Halkın anlattıklarına göre, Kasım Halife’nin babasının adı Hacı Abdullah’tır. Torunlara dede adının verilmesi geleneğine uygun düşen bu tevatürü doğrulayacak yazılı bir kaynağa ulaşabilmiş değiliz. Türkmen akınlarının güney-kuzey istikametinden olduğu düşünülürse Hacı Abdullah Halife’nin ceddi Şebinkarahisar-Alucra taraflarından Çakrak yaylası üzerinden bu bölgeye gelmiş, bir nevi Uç bölgesi Ahi dervişleri olmalıdır. Nitekim, bu dönemde Şebinkarahisar hakimi Şeyh Hasan ve Erzincan- Şebinkarahisar hakimi Ahi Ayna Bey’in, Doğu Karadeniz bölgesine yönelik askeri faaliyetleri idare ettiğini, Gürcistan ve Trabzon Komnenoslar üzerine akınlarda bulunduğu Trabzon sarayı tarihçisi Panaretos’un nakillerinden çıkarmak mümkündür[21].

Özet olarak cami, zaviye, imarethane ve değirmenin asıl kurucusunun Dede Hacı Abdullah Halife olduğu, ancak Yavuz Sultan Selim zamanında meşhur olan torun Hacı Abdullah Halife’nin yaptığı inancının yayıldığını görüyoruz.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde de, babası Yavuz Sultan Selim adına bu tekkeye arazi vakıf tahsisinin yapıldığı kayıtlarda yer almaktadır[22].

Hacı Abdullah Halife’nin türbesi Harava (Tuğlacık) köyündedir. Türbenin 1523–1540 yılları arasında inşa edildiği sanılmaktadır. Oysa yukarıda açıkladığımız gibi Hacı Abdullah Halife’n in vefat tarihi 1543’tür. Günümüze kadar ulaşan cami, imârethane, değirmen ve yukarda bahsettiğimiz türbesi gelebilmiştir. Hacı Abdullah Halife Zaviyesi şeyhinin ölümüyle beraber gerilememiş, vakfiyesinde belirtildiği üzere ayende ve revendeye yani gelip ve geçenlere XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar hizmet etmiştir. Anadolu’nun diğer bölgelerinde kurulan tarikat zaviyeleri gibi, İslamî inançların yayılmasında, toprağa yerleşmesinde, ziyaretçi ve konukların ağırlanmasında, yoksullara yardım edilmesinde, önemli sosyal ve kültürel görevler yapmıştır.

12.1. Tahrir Kayıtlarında Hacı Abdullah Halife Zaviyesi

Hacı Abdullah Halife Zaviyesi hakkında ilk kayıtların yer aldığı tahrir defteri 1486 yılına ait olup tahrir II. Bayezıd zamanında yapılmıştır. İdari teşkilâta göre vilâyet, kaza, nahiye, köy isimlerini ve hâsıl miktarını ihtiva ettiği için bu defter  “icmal”özelliği taşımaktadır. Hacı Abdullah Halife Zaviyesi Vakfı, vakfa gelir sağlayan köylerle ilgili kayıt aynen şu şekildedir:

“Vakf-ı Tekke-i Kasım Halife. Abdullah veled-i Kasım Halife, mezbur tekkeye müderris ve hatip ve imam ve müezzin olup müdâm padişahın devam-ı devletinin duasına meşgul ola, 11 nefer”[23]

Bu kayıtlara göre II. Bayezıd’ın hükümdar olduğu bu tarihlerde Ahi Çukuru, Kasım Halife Zaviyesi vakfının kurulduğu köy olarak kaydedilmiş ve bu köyde yaşayan 11 kişi arasından bazıları, bu zaviyenin müştemilatından olan medreseye müderris, vakfın camisine imam, hatip ve müezzin olarak yazılmışlardır. Bu hizmetlerinden dolayı da köyde ilgili vergi kaydı yapılmamış, yani muaf yazılmışlardır. Adını bünyesinde kurulmuş olan zaviyeden alan köyde Kasım Halife tarafından bir zaviye kurduğu, zâviyenin kapsamında bir medresenin ve caminin yer aldığı anlaşılmaktadır. Yine aynı metinde zaviyenin kurucusu olan Kasım Halife ile Hacı Abdullah Halifeler birlikte zikredildiklerine göre bu tarihte Kasım Halifenin hayatta olması muhtemeldir. Zaviyenin kurulduğu köyün adı Ahiçukuru’dur. Bu ismin köye öylesine verilmiş sıradan bir isim olmadığı hemen dikkatimizi çekiyor. Ahiçukuru ifadesi bize bu köyü kuranların Türk-İslâm kültüründe önemli olan müesseselerden ahiliği hatırlatıyor. “Ahi” kelimesi Arapça bir kelime olup “kardeşim” demektir[24].

Anadolu’daki kurulan her köyün adının tarihsel boyutu vardır. Ahiçukuru ismi tesadüfî değildir. Küçüklü, Akköy, Espiyelü, Ahiçukuru vb. Bunlar ya Türk aşiretlerinin kurucuları, yöneticileri, komutanları, Tımarlı sipahilerinin ya da büyük şeyhlerinin adına kurulmuştur. Türkler kendilerine ait adları köy, mezra adı olarak kullanmışlardır[25]. Öyleyse bu Ahiçukuru ismi tesadüf olamaz. Dolayısı ile bu köye yerleşen ilk Türk dervişlerinin ahi olduğunu gösteriyor. Kayıtları incelediğimiz zaman vakfa gelir sağlayan köylerden Kızıllar’da 3 hane olup bu kişiler bütün vergilerden muaf tutulmuşlar ve köyün bütün geliri köydeki camiye vakfedilmiştir. Kayıt edilen diğer bir köy ise Hisarcık’tır. Köyde toplam 16 hane olup, 1 kişi mücerred, 2 kişi bennâk, 5 kişi muâf, 2 kişi de atlı asker olarak yazılmışlardır. Köyün vergi hasılatı ise toplam 456 akçedir.

1515 tarihinde yapılan tahrire göre bu tarihte Ahiçukuru’ndan başka vakfa gelir sağlayan köylerden birisi olan Karye-i Harava’dan yani günümüzdeki Tuğlacık köyünden bahsedilmiştir. Tahrirde yer alan bu kayıttan anlaşıldığına göre; Kızıllar köyü de vakfa bağlı olan bir başka köydür. Bu köyün tüm geliri Köydeki Eşter Bey Camii’ne vakfedilmiştir. Bu tarihte Ahiçukuru 7’si bennak ve 2’si caba olmak üzere toplam 9 hanedir. Mücerred kaydı ise yapılmamıştır. Köyün vergi hasılatı da toplam 630 akçedir. Bahse konu tahrirde Ahiçukuru ile ilgili olarak verilen ifadeden Hacı Abdullah Halife hakkında “Salih ve mütedeyyin vâ’iz ve nâsih kimesne olup mezkur karye vakfiyet üzre tasarruf eyleyüp öşr ve rüsum vermeyüp avendeye ve revendeye hizmet etdiği sebepden ber-karâr-ı sâbık emr-i âlî mücebince mukarrer kılınup öşr ve rüsûm talep olunmaya deyu Defter-i Cedîd-i Sultani’ye kayd olundu” şeklinde önemli bilgiler yazılmıştır.[26]

Yine aynı metinde şer’i ve örfi vergilerden muaf olduğu, bilakis adı geçen köyün vakfın şartları gereğince şer’i ve örfi vergilerini tahsil ettiği ifade edilmektedir. Ayrıca Hacı Abdullah Halife’ye olağanüstü şartlarda toplanan avârız adlı verginin teklif olunmaması vurgulanmıştır. Vakfa gelir sağlayan bir başka köy olan Hisarcık’ta 19 bennâk, 3 caba, 1 mücerred olmak üzere köyün toplam geliri 1316 akçedir. Köyde bir adet “Yuva-yı Bâz” ile 1 adet değirmen vardır. Kızıllar köyü de vakfa bağlı olan bir başka köydür. Bu köyün tüm geliri köydeki Eşter Bey Camii’ne vakfedilmiştir. Bu tahrirde Hacı Abdullah Halife’nin oğulları hakkında bilgi alıyoruz. Bu tarihte yapılan tahrire göre Hacı Abdullah Halife’nin oğulları Mevlâna Hamza, Nurullah, Lütfullah, Kasım ve Mustafa’dır. Yine aynı tahrirde diğer köy olan Harava’da 6 hanedir. Köyün toplam geliri 480 akçedir. Ahi çukuru’nda olduğu gibi Mücerred kaydı yapılmamıştır. Yazılan tahrirden dönemin padişahı II. Bayezıd’dan vakıfla ilgili hükümlerinin alındığı ve bu kayıtların Defter-i Cedid-i Sultâni’ye kayd olunduğu belirtilmektedir. Yine aynı metinde şer’i ve örfi vergilerden muaf olduğu, avârız adlı verginin teklif olunmaması vurgulanmıştır. Vâkfiye şartları gereği ayende ve revendeye, yani yoldan gelip geçenlere hizmet etmesi (yedirip-içirme) ve son olarak padişâhın ömrüne dua etmesi istenmiştir.

1530 tarihinde yapılmış olan ve 387 numaralı“Muhasebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rum Defteri”nde bu konu ile ilgili kayıt şu şekildedir;

Zaviye-i Derviş Ali b.Şeyh Hüseyin ve biraderân ve veledân

“Mezkurlar duta geldikleri yerlere öşür ve rüsum vire gelmeyüp ellerinde hükm-ü şerif olup ber karar-ı sâbık mukarrer kılınıp Defter-i Cedid-i Sultâniye kayıt olundu”

Vakf-ı Câmii-i Eşter Bey Karye-i Kızıllar     

Mevlânâ Hamza Müderris-i illah ve hatib-i cam-i Kızıllar/ Hidayetullah veled-i o, Müezzin;  Mezkurlar kadimden öşür ve rüsum vere gelmeyüp ber karar-ı sâbık emr-i âli mucebince mukarrer kılınıp öşür ve rüsûm talep olunmaya ve avarız teklif olunmaya deyu kayd olundu”[27] 

Karye-i Ahi Çukuru, Karye-i Harava ve Karye-i Kızıllar bahse konu zaviyenin vakfındandır. Bu tarihte Ahiçukuru 7’si bennak ve 3’ü caba olmak üzere toplam 10 hanedir. Mücerred kaydı ise yapılmamıştır. Köyün vergi hasılatı ise toplam 630 akçedir. Bahse konu tahrirde Ahiçukuru ile ilgili olarak verilen ifadeden Hacı Abdullah Halife’nin “Salih ve mütedeyyin vâ’iz…” kimse olduğu anlatılmaktadır. Ve yine aynı metinde şer’i ve örfi vergilerden muaf olduğu, bilakis adı geçen köyün vakfın şartları gereğince şer’i ve örfi vergilerini tahsil ettiği ifade edilmektedir. Ayrıca Hacı Abdullah Halife’ye olağanüstü şartlarda toplanan avârız adlı verginin teklif olunmaması vurgulanmıştır.

Yine aynı tahrirde diğer köy olan Harava 6 hanedir. Köyde bir adet “Yuva-yı Bâz” vardır. Ahi çukuru’nda olduğu gibi Mücerred kaydı yapılmamıştır. Yazılan tahrire göre Yavuz Sultan Selim Trabzon’da valilik yaptığı sırada dönemin padişahı, babası II. Bayezıd’dan vakıfla ilgili hükümlerinin alındığı ve bu kayıtların Defter-i Cedid-i Sultâni’ye kayd olunduğu belirtilmektedir. Yine aynı metinde şer’i ve örfi vergilerden muaf olduğu, avarız adlı verginin teklif olunmaması vurgulanmıştır. Vâkfiye şartları gereği ayende ve revendeye, yani yoldan gelip geçenlere hizmet etmesi(yedirip-içirme) ve son olarak padişâhın ömrüne dua etmesi istenmiştir. Ahiçukuru ve Harava’da hariçten ekilen, boş 3 mezra’a ve 1 adet bahçenin olduğu belirtilmiştir. Her iki köyün yıllık vergi hasılatı 1440 akçedir.

Kızıllar köyünde Mevlana Hamza ve Hidayetullah isimli iki kişinin ismi kaydedilmiştir. Bu kişilerden Mevlana Hamza Hacı Abdullah Halife’nin oğludur. Kızıllar köyü camiinde hatiplik yapmakla beraber aynı zamanda köyün medresesinin müderrisisidir. Hidayetullah ise Mevlana Hamza’nın oğlu, Hacı Abdullah Halife’nin torunudur. Babasının hatip olduğu camiinin müezzinidir. Mevlana Hamza ve oğlu Hidayetullah eskiden beri olduğu üzere öşür ve diğer vergilerden muaf tutuldukları, olağanüstü şartlarda toplanan avârız adlı verginin teklif olunmaması vurgulanmıştır[28].

1554 tarihli mufassal tahrir defterinde, söz konusu zâviye ile ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Bu tarihte Yağlıdere nahiyesine bağlı olan Ahi Çukuru köyünde hizmet veren Hacı Abdullah Halife Zaviyesi’nin başında kimin bulunduğu ve köyde mukim hânelerin adları ve sosyal durumları ortaya konmaktadır. Bahse konu tahrirden anlaşıldığı kadarıyla Hacı Abdullah Halife’nin oğulları Muharrem Şeyh, Nurullah Şeyh, Mazhar ve Münevver adı ile yazılmış olan kişilerdir. Bu tarihte Muharrem’in oğullarından olan ve amcasının adını taşıyan Nurullah zâviyede şeyhlik yapmaktadır. Bir yıllık vergi gelirleri toplamı muhtelif miktarda akçe olan “Karye-i Harava, Karye-i Hisarcık, Karye-i Ahi Çukuru, Mezra-i İrfan Çukuru, Mezra-i Koz-bükü, Mezra-i Tohumluk  Bağçe-i nısf-ı Halil Sofu be kerd karye-i Uzgur” bu zâviyenin vakfına gelir olarak yazılmışlardır[29].

Bahsi geçen tahrir defterinde yer alan şu kayıt, hacı Abdullah Halife Zaviyesi ve vakfı ile ilgili çok önemli ipuçları vermektedir. Kayıt şöyledir: “Mezkûr karye, Hüdâvendigâr hazretleri Trabzon’da iken mezbûr Hacı Abdullah Halifenin zâviyesine tâyin edip merhum Sultan Bâyezıt Han’dan hükm-ü şerif alıverilip hükm-ü âlişân mucebince Defter-i Cedid-i Sultâniye kayıt olundu ki, öşür ve rüsûm virmeyüp ve avârız teklif olunmayıp âyende ve revendeye hizmet edip pâdişah-ı âlem-penahın devâm-ı devleti duâsına iştigal göstereler ber mûceb-i defter-i atîk”[30].

Temel görevi “âyende ve revendeye hizmet” olduğu ifade edilen Hacı Abdullah Halife Zâviyesi’ne, Yavuz Sultan Selim Trabzon’da vâli iken “hükm-ü şerif” ile, yâni berat vererek vakıflar tahsis edilmiş, vakfın hukuki durumu daha sonraki tahrirlerde de aynen korunmuştur. Tahrirlerde ve vakfiyede yer alan ifadelere bakarak, Hacı Abdullah Halife Zâviyesi’ne tahsis edilen köylerin “temlik vakıf” statüsü taşıdığını ileri sürmek mümkündür. Zira Osmanlı padişahlarının, taşra teşkilatının toplum tabanında yer etmesi, memleketin imar ve şenlenmesinin sağlanabilmesi, gayrimüslim beldelerde İslam dinin yaygınlaşabilmesi için, bu tür zâviyelere çiftlikler temlik ettiği bilinen bir konudur[31].

 

 



[1] Ülkü Kara, Giresun’da Adak İnancı ve Adak Yerleri, s. 138

[2] Kara, a.g.t, s.140;Yaptığımız saha araştırmaları sırasında Tekke köyü sakinlerinden Ömer Aydın (70), kendisinin beş yaşından itibaren bu bilgileri o sırada 120 yaşında annesinin dedesi olan Temel Şen’den dinlediğini bildirmiştir.

[3] Kara, Giresun’da Adak İnancı ve Adak Yerleri., s. 139.

[4] Trabzon Vilayet Salnâmesi H. 1290, Haz. Kudret Emiroğlu, s. 340-341.

[5] Naci Yüngül, “Giresun’un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim’in Tesis Ettiği Gülbahar Hatun Tekkesi Vakfına Ait Vesikaların Değerlendirilmesi’’, Vakıflar Dergisi, c. XV, s. 106. Yine Abdullah Halife Vakıf Kaydı için bkz. VBM, MFD, No. 2274, s. 26.

[6] Yüngül, a.g.m, s.119; Mustafa Yazıcı, Trabzon Evliyâları, Trabzon 1995, s. 106-107.

[7] Yazıcı, a.g.e, s. 112; Haşim Karpuz, Trabzon İl Merkezi ve İlçelerindeki Önemli Tarihi Yapılar, Trabzon, KBY, Ankara 1996, s.103-106.

[8] M. Yüksel, Şakir Şevket’in Trabzon Tarihi’nden Sayfalar ve Şevketname-i Osmanisi,  Trabzon 1993, s. 25.

[9] Halil Edhem, Trabzon’da Osmanlı Kitabeleri, 1918, s. 321-352.

[10] Yüngül, “Giresun’un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim’in Tesis Ettiği Gülbahar Hatun Tekkesi Vakfına Ait Vesikaların Değerlendirilmesi”, s. 105.Yazıcı, Trabzon Evliyaları, s. 124.

[11] Yazıcı, Trabzon Evliyaları, s. 112.

[12] Yazıcı, Trabzon Evliyaları, s. 123.

[13] Tayyip Gökbilgin, “XVI. Yüzyıl Başlarında Trabzon Livası ve Doğu Karadeniz Bölgesi” , Belleten, c. XXVI, S. 102, Nisan 1962, TTK, Ankara, 1998, s. 308–309.

[14] Gökbilgin, “XVI. Yüzyıl Başlarında Trabzon Livası ve Doğu Karadeniz Bölgesi” , s. 310.

[15] Gökbilgin, “XVI. Yüzyıl Başlarında Trabzon Livası ve Doğu Karadeniz Bölgesi” , s. 318.

[16] TVS, 1290, s. 181.

[17] Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, İz Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 187; aynı yazar, Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeyniler, İnsan Yayınları, İstanbul, 2003, s. 103.

[18] Trabzon Vilayet Salnâmesi H. 1290, Haz. Kudret Emiroğlu, s. 181.

[19] Naci Yüngül, “Giresun’un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim’in Tesis Ettiği Gülbahar Hatun Tekkesi Vakfına Ait Vesikaların Değerlendirilmesi”, s. 106. Haşim Karpuz, “Giresun’un Espiye İlçesine Bağlı  Tekke Köyündeki Gülbahar Hatun  “Hacı Abdullah” Zaviyesine Bağlı Yapılar”, Vakıflar Dergisi, c. XV, s. 117; İsmail  Bozalioğlu, “Giresun’da  Osmanlı Dönemine Ait Zaviyeler”, Giresun Tarih Sempozyumu, 1996 s. 393-394.

[20] Sümer, Tirebolu , s. 60.

[21] Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar-II, Ankara, 1989, s. 250-251.

[22] Sadi Bayram, “Giresun İli Vakıflarına Toplu Bir Bakış”, GTS, s. 388.

[23] TTD, Nr. 828; F. Sümer, Çepniler, s.57.

[24] Muhittin Şimşek, TKY ve Tarihteki Bir Uygulaması Ahilik, Hayat Yayınları, İstanbul 2002, s. 17.

[25] Harun Bostancı, Anadolu Ahilerinden Giresunlu Hacı Abdullah Halife, Avrupa Tıp Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 72.

[26] TTD, nr. 52, s. 716; Aynı ifadelere 288 nolu tahrirde de yer verilmektedir (bkz. s. 585-588). Ayrıca bkz. 548 Nolu Vilayet-i Karaman ve Rum Defteri, 195/5-6; Sümer, Çepniler, s. 91.

[27] BOA, TTD, nr. 387, s.762.

[28] Bostancı, Hacı Abdullah Halife, s. 77-78.

[29] BOA, TTD, nr. 288, s. 585-588.

[30] BOA, TTD, nr. 288, s.586.

[31] Ö. Lütfi Barkan, “Tımar”, İA, c.12/1, s.296.

 

Hacı Abdullah Halife Zaviyesi hakkında, tarih içinde yerine getirdiği misyon dikkate alınarak, çeşitli değerlendirmeler yapılabilir. Bu değerlendirmelerden biri şüphesiz Anadolu’nun iç kesimlerinden Yağlıdere Vadisinin takip ederek kuzeyde Karadeniz limanlarına inen ve çevre köylerin yaylalar ile organik ilişkisini sağlayan umumi yolun üzerinde kurulmaktan dolayı üstlendiği roldür. Çakrak ve Çıkrıkkapı Yaylalarından doğan ve çeşitli vadilerden akan küçük akarsularla beslenen Yağlıdere ırmağı üzerinde kurulmuş olan çok sayıda tek gözlü kemer taş köprüler, bu yolun günümüze ulaşan en somut kalıntılarıdır. İşte Hacı Abdullah Halife Zâviyesi bu yol üzerinde kurulmuş; âyende ve revendeye hizmet eden, yolcuların konaklama, barınma ve hatta güvenlik sorunlarına çoğunlukla çözüm üreten önemli bir sosyal güvenlik kurumu olmuştur. Bahse konu olan hizmetin yerine getirildiği imaret, zamanın ve insanların verdiği tahribata rağmen bu gün halen ayaktadır.

Hacı Abdullah Halife Zaviyesi’nin imaret hizmeti yanında üzerinde durmaya değer bir başka özelliği de kültür boyutudur. Zâviyenin kültür hizmetleri boyutunda din görevi yani günlük veya haftalık rutin ibadetlerin ifa edildiği camii; başta Tekke köyü halkı olmak üzere çevre köy ve kasabalardan gelenlere verilen eğitim hizmetinin icra edildiği medrese ve her kesimden insana “irşat” hizmeti götüren, onların daha çok vicdani boyutunu tezyin eden tekkenin; ön plana çıkan üç temel unsur olarak karşımızda durmaktadır. Söz konusu medresenin ne zamana kadar aktif faaliyet içinde olduğunu bilemiyoruz, ancak erken dönem tahrir defterlerinde bu medrese ile ilgili olarak kısıtlı ifadelerin olduğunu da yukarıda ifade etmiştik. İrşat ve ibadet mekânı olan cami ise halen hizmet vermeye devam etmektedir.

Hacı Abdullah Halife Zaviyesi’nin kuruluş aşamasında hangi sûfi ekole bağlı olduğu konusunda, yukarıda ifade edildiği gibi araştırmacılar kesin bir netice elde edememişlerdir. Bize göre, bahse konu zaviyenin kurulduğu köyün,1486 yılında yapılmış olan tahrir defterindeki adı, önemli bir açılım sağlamaktadır. Zira eski Türk toplumunun sosyolojik yapısını bilen uzmanların da ifade ettikleri gibi, yer/köy adlarının oluşumunda aşiret, topluluk, cemaat veya dince “kutsallığı olan” bir öğenin adları belirleyici olmuştur[1]. Bu yüzden Abdullah Halife’nin babası Kasım Halife’nin ilk olarak zâviye kurduğu köyün adının “Ahi-Çukuru” olarak seçilmiş olması tesadüf olamaz. Ö. Lütfi Barkan, bahse konu zâviyelerin kurucuları veyahut adına kuruldukları şeyhler ve dervişler genellikle köylerde yerleşen göçmen Türk unsurların öncüleri veya kâfile şefleridir, görüşüne yer verir[2]. Bu durumda Kasım Halife ve oğlu Hacı Abdullah Halife, tekkenin kurulduğu yere yerleşen Türk kafilesinin şeflerindendir. Yerleşilen mekâna aşiretin adı veya şeflerin adı verilmemiş; kâfilenin mensubu olduğu sûfî akımın adı, giderek yer adına dönüşmüş olmalıdır. Ayrıca sûfi bir cemaatin, yaşadığı yere mensubu olmadığı meşrebin adını koyması, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Buna bakarak Hacı Abdullah Halife Zâviyesi’nin, en azından, önemini yitirdiği zamanlara kadar ahi zâviyesi olduğu düşüncesini ileri sürebiliriz.  

Söz konusu zâviyenin, başlangıçta sahip olduğu misyonu, daha sonraki yüzyıllarda imparatorluk kırsalındaki diğer zâviyeler gibi, kaybettiği görülmektedir. Bu durumu özellikle XIX. yüzyıla ait belgelerden izlemek mümkündür. Zira bu döneme ait belgelerde geçen ifadeler, zâviyenin gâlle mutasarrıflığı, yâni zâviyenin gayri menkulleri ve onlardan elde edilen gelirlerin taksimi ile ilgilidir. Bu durumun temel nedeni, yüzyıllar içinde zâviyeleri önemsiz kılacak şartların ortaya çıkması; toplumsal hayatın şekil değiştirmesi, ticaret yollarının önemini kaybetmesi ve nihayet bu tür zâviyelerin giderek toprak ağalığına, feodalizme dönüşmesi şeklinde ifade edilebilir.



[1] Bilgehan Atsız Gökdağ, “Yer Adları ve Tarih”, Kafalı Armağanı, Ankara, 2002, s.199-206.

[2] Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler”, Vakıflar Dergisi, Ankara, 1942, s.279-304.

 

Site Haritası
DÜĞÜN-NİŞAN-MEVLÜT