• Anasayfa
  • https://www.facebook.com/facebook
  • https://www.twitter.com/twitter

Hakkımızda

Giresun’un Medâr-ı İftiharı

Hacı Abdullah Halife

KARADENİZ BÖLGESİNDE TÜRK İSKÂN METODUNA BİR ÖRNEK:
YAĞLIDERE'DE HACI ABDULLAH HALİFE ZAVİYESİ

Mehmet FATSA 

ÖZET
Hacı Abdullah Halife Zaviyesi, Giresun'un Yağlıdere ilçesine bağlı Tekke köyündedir. Yavuz Sultan Selim'in Trabzon Valiliği sırasında (1489-1512) annesi Gülbahar Hatun'un teşebbüsü ile kurulmuş ve yönetimi Hacı Abdullah Halife'ye bırakılmıştır.
Anadolu'nun iç kesimlerinden gelerek Çakrak-Yağlıdere vadisi üzerinden kuzeyde Karadeniz limanlarına inen ve çevre köylerin yaylalar ile organik ilişkisini sağlayan umumi yolun üzerinde kurulan zaviyeden, günümüze cami, dergâh, ocak, misafirhane, değirmen ile kurucu şeyhin Tuğlacık köyündeki türbesi gelebilmiştir. Fırın ortadan kaldırılmış, caminin hemen yanındaki zaviye misafirhanesinin yerine ise hemşire evi yapılmıştır. Zaviyenin vakfiyesi tekke şeyhlerinin son vârislerinin elinde bulunmaktadır.
Bu yazımızda Hacı Abdullah Halife ile ilgili tevatürlere kısaca değindikten sonra, Tahrir Defterlerindeki zaviye ile ilgili kayıtlar, zaviyeye ait vakfiye, zaviye yapıları, Gülbahar Hatun'un zaviye ile ilişkisi ve XVIII - XX. yüzyıllarda zaviyenin genel durumunu ele alacağız.


1. Hacı Abdullah Halife İle İlgili Tevatür
Hacı Abdullah Halife'nin Horasan erenlerinden olduğu, bilahare Trabzon yöresine yerleştiği, daha sonra da, Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar Hatun tarafından Yağlıdere bölgesine irşat için gönderildiği ifade edilmektedir. Onunla ilgili olarak çok sayıda menkıbeye yer verilmektedir. Bu menkıbelerden bazıları şöyledir:
Birgün Hacı Abdullah Halife namaz kılmak üzere Yağlıdere Camii'ne gelir. Namazı kıldırmak için imamdan izin ister, ancak imam buna müsaade etmez. Bu duruma kızan Hacı Abdullah Halife, camiden çıkar ve Yağlıdere ırmağına yönelerek asasını bu ırmağa vurur. Irmak yarılır ve ortasında batmadan ıslanmadan namazını eda eder. Halk onun bu kerameti karşısında hayır dua almak için akın akın Hacı Abdullah Halifeye gider.

1
Yavuz Sultan Selim Trabzon'da vali iken, ona hocalık yapan Hacı Abdullah Halife, her sabah Tekke köyündeki evinden çıkar ve aynı günün akşamı geri gelirmiş. Hatta, Trabzon'dan aldığı ekmeğin henüz soğumadığı da görülürmüş.
Hacı Abdullah Halife'nin çevre köylerden gelen talebeleri, kış aylarında mekân uzak olduğu için ve kar da çok yağdığı için zor durumda kalırlarmış. Böyle durumlarda Hacı Abdullah Halife, geyik kılığına girer, talebelerinin önüne düşermiş. Böylece geyiği avlama sevdasına düşen talebelerinin kolayca köye gelmelerini sağlarmış. Tekke köye yakınlaştığında onları bırakıp gözden kaybolurmuş. Sonra da geyiğin arkasından attıkları okları herkes okunu tanısın alsın, diyerek onlara geri verirmiş.2
Hacı Abdullah Halife ve onun adına izafe edilen mekânlar ile ilgili çok sayıda halk tevatürüne rastlamak mümkündür. Bunların gerçekliğini değerlendirmek gibi bir niyetimiz yoktur. Şu kadar var ki, aynı türden mistik anlatımlara, başka zaviyeler ve onların şeyhleri ile ilgili olarak da rastlamak mümkündür. Bu durumu, o devrin insanının muhayyilesi ile izah etmek mümkündür.

2. Tahrir Defterlerinde Hacı Abdullah Halife Zaviyesi
Hacı Abdullah Halife zaviyesinin kurulduğu Ahiçukuru köyü, Osmanlı tarihinde Trabzon Sancağı içinde kaldığı için, bahsi geçen sancağa ait tahrir defterleri de bu konuya açıklık getirebilecek temel vesikalardan kabul edilmiştir. Faruk Sümer'in Çepni ve diğer Türk boyları ile ilgili olan araştırmasına kaynak teşkil eden 1486 tarihli Trabzon Sancağı Tahrir Defterine dayalı tespitler, bu konuda ulaşabileceğimiz en eski bilgilerdir.

3
Merhum Sümer'in, hane adları ve vergilerin türüne ilişkin detay bilgilere girmeksizin naklettiğine göre, bahse konu vakıf içinde gösterilmiş olan Karye-i Ahiçukuru'na ilişkin şu ifade dikkat çekicidir: "Vakf-ı Tekke-i Kasım Halife. Abdullah veled-i Kasım Halife, mezbur tekkeye müderris ve hatip veimam ve müezzin olup müdâm padişahın devam-ı devletinin duasına meşgul ola, 11 nefer."

4
Bu transkripsiyondan anlaşıldığına göre, II. Bayezid'in hükümdarlığı dönemine denk gelen bu tarihlerde Ahiçukuru, Kasım Halife zaviyesi vakfına akar kaydedilmiş ve köyde yaşayan 11 kişi arasından bazıları, bu zaviyenin kapsamında bulunan medreseye müderris, bazıları hatip, imam ve müezzin olarak yazılmışlardır. Bu hizmetlerinden ötürü köyle ilgili vergi kaydı yapılmamış, yani muaf yazılmışlardır. Adını kuvvetle muhtemel bu Ahi zaviyesinden veya şeyhinden alan köyde, Kasım Halife tarafından bir zaviye kurulduğu, zaviyenin kapsamında bir medresenin ve caminin yer aldığı anlaşılmaktadır. Kasım Halife ile oğlu Abdullah, birlikte zikredildiklerine göre bu tarihte Kasım Halife hayatta olmalıdır.

5
1515 tarihli tahrir defterinde, bu konudaki bilgiler biraz daha açıklayıcı nitelik taşımaktadır. Ayrıca Ahiçukuru'na ilaveten Harava'dan da, söz konusu zaviyenin vakfı olarak bahsedilmektedir. Buna göre Harava köyünde toprağı olan (bennak) 4 hane, 2 de hariç köyden veya fazla yer tasarruf eden (zemini) hane yaşamakta ve bunlardan alınan 480 akçe miktarındaki vergi, ilgili zaviye vakfına tahsis edilmiş gözükmektedir. Ahiçukuru köyünde 7 hane bennak, 2 hane topraksız caba kaydedilmiş, yetişkin bekâr erkek vergi yükümlüsü mücerredyazılan olmamıştır. Ahiçukuru köyü ile ilgili olarak tahrirde yer verilen bir başka kayıt, zaviye hakkında önemli bilgiler vermektedir. Söz konusu kayıt şöyledir: "Mezkûr Hacı Abdullah Halife sâlih, mütedeyyin, vaiz ve nâsih kimesne olup, mezkûr karyeyi vakfiyet üzere tasarruf edüp, öşür ve rüsum vermeyüp âyendeye ve revendeye hizmet etdüğü sebepten ber karar-ı sâbık-ı emr-i âli mucebince mukarrer kılınup öşür ve rüsum talep olunmaya deyü defter-i cedid-i sultaniye kayıt olundu."

6
Öyle anlaşılmaktadır ki Hacı Abdullah Halife, yaşadığı Ahiçukuru köyündeki zaviye yapılarından olan camide çevreden gelen halka vaaz u nasihat etmenin yanında sahip olduğu züht (mütedeyyin) yaşamı ile de örnek olmaktadır. Ayrıca gelen geçenlere (âyende ve revende), yolda kalmışlara, tekkesinde kurduğu imarette yemek ikram edilmekte ve yatma imkânı sağlanmaktadır. Bahsi geçen bu iki tahrirde, Harava köyü halkının vergiden muaf tutulduğu, Şehzade Selim'in Trabzon'da vali iken annesi Gülbahar Hatunun bu tekkeye vakıf tahsis ettiği ifade edilmektedir.

7
1515 yılında yapılan bu kayıtlara göre Hacı Abdullah Halife vakfına konu olan yerler Ahiçukuru ve Harava köyleridir. Vakfın Kızıllar ve Hisarcık ile ilgisi hakkında bu tarihte çok açık bilgiler yoktur. Ancak Hisarcık ile ilgili olarak raiyyet buyurulan köyün muafları ve müsellemleri 9 nefer, 480 hâsıl belirtildikten sonra vakıf şûd kaydı yapılmıştır. Kızıllar ile ilgili olarak ise Karye-i Kızıllar, vakf-ı Cami-i Ester Bey an m'ır-'ı Çepniyân ifadesine yer verilmiştir.

8
 Zaviyeden ise bahsedilmemiştir. Sadece Kızıllar köyünün vergi gelirlerinin Çepni emiri Ester Bey tarafından yaptırılmış olan camiye vakfedildiği ifade edilmiştir. Oysa 1530 tarihli mücmel defterde bu konuda daha ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Zaviye ile ilgili olarak 1530 tarihli kaydın ilk kısmı aynen şöyledir:

9
Vaki   -/
(Tekke-i Hacı Abdullah bin Kasım Halife)
Karye (Ahi Çukuru vakf-ı tekke-i mezkûr) -i   Karye (Harava vakf-ı tekke-i mezkûr) -i
Hane   Hane
Bennak Caba   Bennak     Zemini       Yuva-i bâz
7       3   4   2   1 kıt'a
Hâsıl: 630   Hâsıl: 480
 
"Mezkûr Hacı Abdullah Halife sâlih
ve mütedeyyin ve vaiz ve nâsih
kimesne olup, mezkur karyeyi
vakfiyet üzere tasarruf eyleyip öşür
ve rüsum vermeyüp, âyende ve
revendeye hizmet ettiğinden ber
karar-ı sabık emr-i Ali mucebince
muaf kılınup öşür ve rüsum talep
olunmaya ve avarız teklif olunmaya
deyü defter-i cedit-i Sultaniye kayıt olundu"
Mezâri'   
Ma'a bağçe
Mezra 'a
kıt'a
3
 
"Mezkûr karye, Hüdâvendigâr Hazretleri Trabzon'da iken mezbûr Hacı Abdullah Halifenin zaviyesine ta'yin edip merhum Sultan Bayezıd Handan hükm-ü şerif alıverilüp, hükm- âli mucebince Defter-İCedit-i Sultâni'ye kayıt olundu ki, öşür ve rüsum vermeyüp âvârız teklif olunmaya. Âyendeve revendeye hizmet edüp Padişah-ı âlempe-nahın devam-ı devletine iştigal göstere"
Bağçe
kıt'a
1
 
Cem'an_ Karye 2
Hâsıl:
Zemin
7
Hane Ekinlü Caba
Yuvay   Mezra'a
1   3
11
1.440
Görüldüğü gibi tahririn bu kısmında, 1530 yılında Hacı Abdullah Halife zaviyesi vakfına konu olan iki köy vardır: Bunlar asıl tekkenin merkezi olan Ahiçuku-ru ve bugün Tuğlacık diye anılan Harava. Ahiçukuru'nun 630 akçe vergi geliri olan 9 haneli küçük bir yerleşim alanı olduğu; burada yaşayanların Hacı Abdullah Halife'nin yakın akrabaları ve zaviye hizmetkârları şeklinde kaydedildikleri anlaşılmaktadır. Bu yüzden tahrirde köyün tüm gelirleri Hacı Abdullah Halife vakfına tahsis edilmiştir. Yani köyün tüm arazileri, 7 haneli Ahiçukuru köyünün sahibi olan Hacı Abdullah Halifenin vakıf malikânesi olarak yazılmıştır. Ahiçukuru'nun daha önce de Vakf-ı Tekke-i Kasım Halife şeklinde, Hacı Abdullah Halifenin babası üzerine vakıf malikânesi olarak kaydedildiğini biliyoruz.
Harava köyüne gelince, yöreye ilişkin ilk tahriri inceleyen Faruk Sümer, 1486 tarihli köyler içinde Harava köyünden bahsetmemiştir. Büyük ihtimalle burası 1486 yılında meskûn mahal değildir. Nitekim yukarıda naklettiğimiz tahrir kaydında Harava'nın, Yavuz Sultan Selim'in Trabzon valiliği sırasında, babası II. Baye-zid'in de onayı ile Hacı Abdullah Halife zaviyesine tahsis edildiği ifade edilmektedir. Bu tarihten sonra, önceleri Kasım Halifenin, daha sonra da Abdullah Halifenin lideri olduğu kuvvetle muhtemel Ahi cemaatine mensup aileler buraya yerleştirilmişlerdir.
1530 yılında köylüler Padişahın hükm-ü şerifi gereği, gelen geçen yolculara ikramda bulunacak olan imaret hizmeti ile görevli sayılarak yeni deftere (Defter-i Cedid-i Sultanı) kayıt edilmişlerdir. 6 vergi mükellefi (nefer) olan bu köyde, bir de avcı kuş bakıcısı bulunmaktadır. Köyün vergi geliri ise 480 akçe olarak tespit edilmiştir. Ayrıca bu tarihte her iki köyün çevresinde Hacı Abdullah Halife vakfına tahsis edilmiş olan üç ekinlik (mezra), bir de bahçe vardır. 1530 tarihli muhasebe defterinde bahse konu tekke ile ilgili kaydın ikinci kısmı ise aynen şöyledir:

Vakf_   -'   Zaviye_
(Cami-i Ester Bey)   (Derviş Ali b.Şeyh Hüseyin ve biraderân ve veledân)
Karye   -/
(Kızıllar)
"Mevlânâ Hamza Müderris-i   "Mezkurlar duta geldikleri yerlere
Lillah ve hatib-i cam-i Kızıllar   öşür ve rüsum vire gelmeyüp
Hidayetullah veled-i o, Müezzin;   ellerinde hükm-ü şerif olup
Mezkurlar kadimden öşür ve   ber karar-ı sabık mukarrer kılınıp
rüsum vere gelmeyüp ber   Defter-i Cedid-i Sultaniye kayıt
karar-ı sabık emr-i âli   olundu."
mucebince mukarrer kılınıp öşür ve rüsum talep olunmaya ve avarız teklif olunmaya deyu kayd olundu. "w
Yani Kızıllar köyünde bulunan Ester Bey Camii'nin imamlık görevine Mevlânâ Hamza; oğlu Hidayetullah ise müezzinlik görevine bakmakla yükümlü yazılmış. Mevlânâ Hamza, müderris lakabıyla anıldığına göre bu tarihte büyük ihtimalle Kızıllar köyünde; bir ihtimalle de Kızıllar'a yakın olan Ahiçukuru köyündeki medresede hocalık/müderrislik yapmaktadır. Buna karşılık eskiden beri ellerinde bulunan yerleri tasarruf ederken vergi de ödememektedirler. Faruk Sümer, 1515 tarihli Trabzon sancağı mufassalına bakarak, Hacı Abdullah Halifenin oğullarını Mev-lâna Hamza, Nurullah, Lutfullah ve Mustafa olarak nakleder. Demek ki, Hacı Abdullah Halifenin oğlu Mevlânâ Hamza, Kızıllar köyünde imamlık ve müderrislik, torunu Hidayetullah ise müezzinlik yapmaktadır. Söz konusu vakıf evlâdiyet üzere tahsis edildiğine göre, Kızıllar köyü de bu tarihte Hacı Abdullah Halife vakfına bağlıdır. Bu durumda Harava (Tuğlacık), Ahiçukuru (Tekke) ve Kızıllar (Koçlu) köyleri, en azından 1530 yılında bahse konu vakfa bağlı durumdadırlar. Hisarcık ile ilgili kayıtlarda ise bu konuyu netleştirecek açık bir bilgi yoktur.
Öte yandan 1530 tarihli vergi defterinde Hacı Abdullah Halife Tekkesi üst başlığı altında, Şeyh Hüseyin oğlu Derviş Ali Zaviyesi'nden bahsedilmesi ilginç bir durumdur. Bu zaviyenin Hacı Abdullah Halife Tekkesine mi bağlı, yoksa müstakil mi olduğu konusu ise çok açık değildir.
Söz konusu vakfın tasarruf alanının daha sonraki yüzyıllarda yapılan tahsisler ile genişlediği anlaşılmaktadır. 1543 yılında vefat ettiği anlaşılan11 Hacı Abdullah Halife'nin, bu tarihten sonra yerine kimlerin geçtiği konusunda elde bulunan en somut materyal 1554 tarihli mufassal tahrir defteridir. Bu tahrir defterinde, zaviye ile ilgili önemli ayrıntılar bulunmaktadır. Yağlıdere nahiyesine bağlı yazılmış olan yöredeki en önemli zaviyenin başında kimin bulunduğu ve köyde mukim hanelerin adları ve sosyal durumları ortaya konmaktadır. Bahse konu tahrirden anlaşıldığı kadarıyla Hacı Abdullah Halifenin oğulları Muharrem Şeyh, Nurullah Şeyh, Mazhar ve Münevver adı ile anılan kimselerdir. Bu tarihte Muharrem'in oğullarından olan ve amcasının adını taşıyan Nurullah, zaviyede şeyhlik yapmaktadır. Bir yıllık vergi gelirleri toplamı muhtelif miktarda akçe olan karye-i Harava , karye-i Hisarcık, karye-i Ahiçukuru, mezra-i İrfan Çukuru, mezra-i Koz-bükü, mezra-i Tohumluk bağçe-i nısf-ı Halil Sofu ve karye-i Uzgur gibi yerler, bu zaviyenin vakfına gelir olarak yazılmışlardır.12 Daha önceki vergi-nüfus defterlerinde kaydedilmiş olan ayrıcalıklar ve zaviyenin Sultan Bayezıd, Yavuz Sultan Selim ile olan ilişkileri bu tarihte de aynen tekrar edilmiştir.13
Temel görevi âyende ve revendeye hizmet olduğu ifade edilen Hacı Abdullah Halife zaviyesine, Yavuz Sultan Selim Trabzon'da vali iken hükm-ü şerif \\e, yâni berat vererek vakıflar tahsis edilmiş, vakfın hukuki durumu daha sonraki tahrirlerde de aynen korunmuştur. Tahrirlerde ve vakfiyede yer alan ifadelere bakarak, Hacı Abdullah Halife zaviyesine tahsis edilen köylerin temlik vakıf statüsü taşıdığını ileri sürmek mümkündür. Zira Osmanlı padişahlarının, taşra teşkilatının toplum tabanında yer etmesi, memleketin imarı ve şenlendirilmesinin sağlanabilmesi, gayrimüslim beldelerde İslâm'ın yayılması için, bu tür zaviyelere çiftlikler temlik ettiği bilinen bir konudur.14

3. Hacı Abdullah Halife Zaviyesine Ait Vakfiye

Hacı Abdullah Halife zaviyesi hakkında bize bilgi sunan temel materyallerden biri de, aslı vakıf mirasçıları elinde bulunan Kanuni tuğralı vakfiye senedidir.15 Bahse konu vakfiye yaklaşık iki metre uzunluğunda ve yarım metre eninde dövülmüş kağıt16 üzerine siyah ve kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Vakfiye Osmanlı yazı çeşitlerinden sülüs, ta'lik ve tevki'i ile yazılmış olup yazıların haricinde yer alan nakışlar, dinî mahiyette olan vakfiye ile tam bir uyum içindedir. Ayrıca vakfiyede altın yaldızla yazılmış olan Süleyman Han yazısı ile yevme lâ yenfe'u melun ve/â benûn illâ men etallahe bi kalbin selim lafzı yazılı olan, ayet-i kerime yazısı vakfiyeye ayrı bir özellik kazandırmaktadır.
Dikdörtgen biçimli besmele levhasının dış kenarı süslü geometrik bir pervaz içine alınmış basık altıgen, celi sülüs besmele metni ile doldurulmuştur. Belgenin aslı, tarihî kokuyu hissettiren çok nefis renkler taşımaktadır. Yedi satırdan ibaret olan hamdele kısmı ise 32 şualı dairesel gümüş görünümlü bir ayna içine yerleştirilmiştir. Tuğranın içi çiçek desenleri ile süslenmiştir. Vakfiye metninin üst kısmında, tuğranın hemen altında hüve hasbiyy diye başlayan, Anadolu kazaskeri Mehmet Rumi'ye ait haşiyenin tercümesi şöyledir:
İyiliklerine karşılık beklemeyen O'nun adıyla!
Sultan-ı âzâm'ın ki, o sultan yüksek vezirler indinde İslam halifesi olarak şöhret bulmuştur. Merhum Molla Fenârî'nin zamanından kalma ve Şeyhülislam eminlerinin imzalarını hâvi defterinde bulunan aslında hayır ve ihlasla alınan bu vesika, ne eksik ne de fazladır. Bunu şanı yüce ve burhanı aydın olan Allah'ın, fakir kulu Anadolu kazaskeri Mehmet Rumi beyan etti. Emir Kitap'ta bildirildiği gibidir. Anadolu Vilayetine kaadi bi'l askeri Kudbiddin oğlu Mehmet acizleri.'17
Türkçe transkripsiyonunu naklettiğimiz bu belgeden anlaşıldığına göre vakfiyenin orijinalinin, 950 Zilhicce (1544 Şubatının son günleri) başlarında, Kazasker Mehmet Efendi tarafından aslına uygunluğu tasdik edilmiştir. Mutasavvıflara karşı özel bir ilgisinin olduğu bilinen bu zât, Kadızâde-i Rûmî'nin torunu ve Kutbüddin Mehmet Efendi'nin oğludur. Vakfiyenin yazıldığı 1544 yılında o, Anadolu kazaskerliği görevine bakmaktadır. Mutasavvıflara olan yakınlığına ilaveten hayır yapmaya da düşkün birisidir. İstanbul'da yaptırdığı bir mescit, bir de mektebi bulunmaktadır. Kalem erbabı da olan bu zat, kazaskerlik görevinden bir süre sonra müderrislik görevine dönmüştür.18
Zaviyenin ilk tesisinin tarihi bilinmemekle beraber, Şehzade Selim'in Trabzon valiliği sırasında, temliklerinin ve öneminin artırıldığı,19 Kanuni tuğralı vakfiyenin tanzimi ise zaviyenin kuruluşundan hayli zaman sonra, 1544 yılında olduğu anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki Hacı Abdullah Halife zaviyesi Kanuni döneminde, bölgede önemli bir dinî/sivil kurum olarak algılanmaktadır.
Vakfiyenin esas kısmının dışındaki konular ile ilgili genel bilgileri sunduktan sonra, -dua ve beddua hariç-, metni tarihî önemi nedeniyle burada aktarmak yararlı olacaktır. Vakfiyede Kanuni'yi öven bölümden sonra şu ifadelere yer verilmektedir:
Sultan oğlu Sultan Süleyman Han'ın ninesinin tekkesi ile ilgili olup, Sultan Selim Han sâdık bir niyet ile; Trabzon sancağında Kürtün kazasının Yağlıdere nahiyesine bağlı olan Hisarcık karyesinde, rahmetli Hacı Halifenin yaptırmış olduğu zaviyeyi şer'i olarak vakf, geçerli olarak habs ve gönül rızasıyla sadaka edip, keyfiyeti fasih bir dille ikrar, sarih bir ifade ile takrir ve bu vakfı rızâen kabul ve burada yazılı olan şekilde iki yönden sahih ve iki yönden şer'i olarak ve yazılı rivayetler dairesinde (Osmanlı) Sultanlarının vakıf kanununa göre, onun tarafından düzenlenmiş bulunmaktadır. Orada, gelen ve geçen yolculara yemek verilecek; büyük ve küçük herkese aynı derecede itibar ve riâyet gösterilecektir. Hiçbir yerde bu kurala ters durumlara girilmeyecektir.20
Bu ifadelere bakarak detaya ilişkin çok fazla yorum yapmak mümkün değildir. Ancak yukarıda zikrettiğimiz belgelerin içeriğine baktığımızda söz konusu zaviyenin yönetiminin, Hacı Abdullah Halifeye verildiği; daha önceleri Türk iskânı/kolo-nizasyonu için kurulmuş olsa bile Yavuz Sultan Selim'in valiliği döneminde zaviyenin misyonunun genişletildiği ve giderek kırsalda çok amaçlı hizmet veren bir kuruma dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim ilk tesis edildiği Ahiçukuru denilen yerden başka Tohumluk, Hisarcık gibi köylerle mezra ve bahçeler tahsis edildiği defterlerde ifade edilmektedir. Anlaşılan o ki, Kanuni tuğralı vakfiyenin tanzimi, bahse konu tekkenin kuruluşundan çok sonra olmuştur. 1522 yılında Tekkeye tapu tahsisi yapılmıştır.21

4. Hacı Abdullah Halife Zaviyesine Ait Yapılar Camii

XX. yüzyılın başlarına ait çok önemli bilgiler içeren Trabzon Vilayeti Salnamesinde zaviyedâr Muslihiddin adına izafeten Muslihiddin Camii olarak tesmiye edilen22 Hacı Abdullah Halife Camii, zaviyenin en önemli yapısı olarak da kabul edilebilir. Söz konusu caminin kalın taşlarla inşa edilmiş olan dış duvar ölçüleri 12.90x9.00 metre şeklindedir. Caminin içindeki sıvanın orijinal ve üzerindeki çeşitli bitki motifli süslemelerin ise XVIII. yüzyıla ait olduğu düşünülmektedir.23 Dış sıva ve sol tarafa iliştirilmiş olan minare kaidesi ise sonradan yapılmıştır. Caminin beş büyük cam ve dört küçük mazgal olmak üzere toplam dokuz penceresi vardır. Son cemaat yerinin kuzey duvarı sonradan yarıya kadar yıkılarak, briketle yapılmış orijinalinden farklı iki büyük pencere ilave edilmiştir. Halkın rivayetleri doğruysa, camiinin kuzeye bakan girişi sel sularından kurtarılmak için 150 yıl önce veya daha önceki zamanlarda yapılarak, giriş doğu kısma alınmıştır.24 Sonradan yapılmış olan son cemaat yeri ile orijinal ana kısmı arasındaki kemerli kapı, 1.55X70 cm ebadında olup kapıdan girenlere boyun bükme zorunluluğu getirmektedir. Son cemaat yerinden çıkılan kısmını yarıya kadar kaplayan ahşap mahfil ile yine ceviz ahşaptan imal edilmiş fakat sonradan koyu yeşil-kırmızı yağlı boya ile kaplanmış olan minber, daha çok XIX. yüzyıl mimari özelliklerini yansıtmaktadır.
Camiinin içi 7.61X7.46 metre ebatlarında olup iki ahşap direk üzerinde geniş bir kadın mahfili vardır. İç sıva üzerine yapılmış olan orijinal çiçek motifleri, kandiller, servi, Cennetin sekiz katmanı, onu gölgeleyen Liva-i hamdve tûba ağacı tasvirleri o günün inanç iklimini yansıtan önemli figürler olarak durmaktadır. Yüzyıllar öncesinde camiinin aydınlatılmasına yarayan 15-40 cm ebadındaki 8 adet şamdan, cami dışında başka bir yerde muhafaza edilmektedir. Tahrirlerde Ahi Çukuru denilen coğrafyanın tam ortasına konuşlandırılmış olan caminin köyün mimarisini etkilediğini evlerin arasından camiye uzanan yolların birleşme noktasından anlamak mümkündür.
Medrese
1486 tarihli tahrir defterinde Vakf-ı Tekke-i Kasım Halife. Abdullah veled-i Kasım Halife. Mezbur tekkeye müderris, hatip, imam ve müezzin olup müdâm padişahın devam-ı devlet duasına meşgul ola25 ifadesine yer verilmektedir. Bu da gösteriyor ki, 1486 yılında Ahi Çukuru denilen yerde kurulmuş olan tekkede, camiden başka bir de medrese mevcuttur. Bahse konu medresenin Cumhuriyet dönemine kadar devam ettiğini halk nakletmektedir.26 Tek katlı olan medresenin 15X10 eba-dındaki binanın sadece kuzey duvarı kalmıştır.
Türbe
Hacı Abdullah Halifeye ve XIX. yüzyılda yaşamış şeyh efendilere ait olan türbe ve mezarlar, Tuğlacık köyü mezarlığı içinde hafif yükseltisi olan bir tepecik üzerinde kurulmuştur. Abdullah Halife Türbesi kare planlı, 3X3 ebadında kesme taştan bina edilmiştir. Üzeri çatı ile kapatılmıştır. Yakın zamana kadar dış cephesi sıvasız olan türbenin mimari açıdan orijinal sayılabilecek bir yanı yoktur. Kemerli bir görüntü verilerek şekillendirilmiş olan türbe kapısı kuzeye bakmaktadır. Türbenin içi güneye bakan bir mazgal pencereden aydınlatılmaktadır.
Hacı Abdullah Halife Tekkesinin tapu kaydının yenilendiği 1522 tarihinde Hacı Abdullah Halife'nin hayatta olduğu, Arapça vakfiyenin düzenlendiği 1544 yılında ise vefat etmiş olduğu bilinmektedir. Bu durumda türbenin ilk haliyle 1535-1540 yılları arasında yapılmış olması gerekir.27 Sonraki yıllarda yapılan tamiratların tarihleri hakkında ise bir bilgimiz yoktur.
İmaret/Misafirhane
Kısaca yoksullara yiyecek dağıtmak üzere kurulmuş aşevi şeklinde ifade edilebilecek28 olan Hacı Abdullah Halife İmaretinin asıl fonksiyonu, umumi yol üzerinde kurulmuş olmasından kaynaklanır. Şimdiki Espiye-Yağlıdere-Çakrak arasında uzanan akarsu üzerinde hâlen varlığını koruyan köprüler, bahse konu umumi yolun kalıntılarıdır. Tahrirlerdeki ifadesiyle, bu yolu kullanarak Karahisar-ı Şarki'ye oradan da sahil limanlarına inen veya çevre köylere gelen âyendeve revendenin konakladığı yer olan Hacı Abdullah Halife zaviyesi, bu vesile ile imaret hizmetlerini yıllarca sürdürerek, önemli bir sosyal hizmeti yerine getirmiştir.
İmaretin ilk yapıldığı tarihi kesin olarak bilemiyoruz. Ancak zaviye ile ilgili olan belgelerde, gelip geçenlerin yedirilip içirilmesinden bahsedilmiş olması, başlangıçtan itibaren imaretin var olduğunu bize göstermektedir. Bu gün köy halkının misafirhane olarak tesmiye ettiği yapının, üzerinde bir tarih olmamasına rağmen, XIX. yüzyıl sivil mimarisine ait bir eser olduğu anlaşılmaktadır. İki katlı olarak yapılmış olan imaret binasının birinci katı hayvanlar için kalın kesme taştan yapılarak düzenlenmiştir. İkinci kat asıl imaret ve misafirhane kısmını oluşturmaktadır. Binanın batı cephesinin duvarları ile salonun ahşap duvarlarının arasında ısı yalıtımını sağlamak için dolgu malzemesi olarak talaş ve yonga kullanılmıştır. Taş duvarları hatıllı ve iç bölmeleri bağdadi olan binanın girişinden dar bir koridora açılan üç oda ve bir tuvalet yer almaktadır. Bina içindeki odaların zemini ve tavanları tahta ile döşenmiştir. Her odada ısınma ve pişirme amaçlı olarak kullanılan birer ocaklık ve ocaklıkların yanında yer alan iki küçük dolap, o devirlerin ev içi düzeneği konusunda önemli ip uçları vermektedir.
Bina içindeki odaların her biri, içinde bulundurdukları ihtiyaç elemanları ile ayrı birer ev niteliğindedirler. Tamamen o günün yaşam tarzına göre tertiplenmiş olan odalar, içteki elemanların yerleştirilmesi açısından uyumlu bir düzene sahiptirler. Odalarda yer alan seki, ocaklık, raf gibi unsurlar geleneksel Türk evi modelini yansıtmaktadır. Binanın güneydoğusundaki odada yer alan pencerenin yerinde daha önceden ocak bulunduğu anlaşılmaktadır. Üzerinde oturmak ve yatmak için yapılmış olan ahşap sekilerden sadece kuzey odadaki günümüze ulaşmış, diğerleri köy okulu olarak kullanıldığı sırada kaldırılmış olmalıdır. 196O'lı yıllara kadar buranın, tarihî amacına uygun şekilde imaret/ misafirhane olarak kullanıldığı ifade edilmektedir.29
Değirmen
Bahse konu vakfa ait yapılardan biri olan ve hâlâ faal durumdaki değirmen, halkın Şimşirlik diye andığı Tekke-Tuğlacık köyleri arasındaki mevkide bir vadi içinde bulunmaktadır. Değirmen yapıldıktan sonra, Abdullah Halife'nin kerame-tiyle, suyun şimşir ağaçlarının dibinden fışkırdığı yolundaki tevatürü, haklı çıkaracak nitelikte anaç oluğun iki önemli su kaynağına bağlandığı görülür.30
Yaptığımız saha çalışmaları sırasında, değirmenin ilk yapılan mekânda hâlen faal olduğunu müşahede ettik. 5.10X5.80 metre ebatlarında olan değirmenin kapısı, önceleri kuzey yönünde iken 1980 yılında güneydoğu duvarından açılmıştır. Güneybatı duvarı içinde klasik bir ocaklık/tandır mevcuttur. Bina içindeki beton zemin ile çatıdaki çinko sac kaplamanın sonradan yapıldığı anlaşılmaktadır.
Dergâh-Ocak
Sonradan oldukça hacimsiz beton bir muhafaza ile koruma altına alınmış olan dergâh binası bütünüyle orijinal ahşaptır. 1876 tarihli Trabzon Vilayeti Salnamesinde Tekke köyünde Şeyh Hacı Abdullah hazretleri hayatında iskan eylemiş olduğu hanesi el-an müceddeten inşa olunmuş gibi mevcuttur?"1 ifadesine yer vererek, eserin orijinalliğini doğrulamaktadır. Haşim Karpuz'a göre burası kırsal bölgelerde kurulan tarikat zaviyeleri gibi, ancak şeyh ve yakınlarının hizmetini görecek büyüklükte yapılmıştır.32
Dergâhın kurulduğu arazi eğimli olduğu için, ahşap yapı kalın taş duvar üzerine yerleştirilmiştir. 5.55X5.00 metre boyutlarında olan dergâh binasının tam orta yerinde ocaklık bulunmaktadır. Ahşap olan üst yapı eski ve bölgenin geleneksel geçme tabir edilen tarzıyla, çevrede bulunan ve diğer zaviye binalarından ayrı özellikler taşımaktadır. Binanın giriş kapısı batı cephesindedir. Kapıdan yukarısı, kuzey cephesi tamamıyla taş duvardan ibarettir. Haşim Karpuz yaptığı incelemede zaviyede pöstekiler, âsâlar, sırlı seramikler, kandiller vb. tarikat eşyalar33 bulunduğunu ifade etmektedir. Ancak 2004 yılında yaptığımız araştırmada, bahsedilen malzemelerden sadece asaların burada korunduğunu müşahede ettik. Haşim Kar-puz'un makalesinde anmadığı, bir kısmı kırık ahşap ayaklı sofra ile su testileri yine bu mekânda, zaviyeye ait eşyalar arasında sergilenmektedir.
Kalıntısı Olmayan Yapılar
Yukarıda arz ettiğimiz ve hâlen faal durumda olan veya kalıntıları mevcut olan yapılardan başka, bugün için kalıntısı dahi kalmamış başka eserlerden de bahsedilmektedir. Bunlardan biri, caminin güney doğu kısmında yer alan, şimdi arsası üzerinde imam lojmanının bulunduğu misafirhanedir. Halkın ifadelerine göre Hacı Abdullah Halifenin yanına gelen talebeleri ve ihvanları burada kalırlarmış. Yapı, yakın zamana kadar ayaktaymış, ancak sonradan yıkılmaktan kurtulamamış. Ayrıca halkın külliye içinde varlığından bahsettiği ekmek fırını ve çeşmeden de eser kalmamış durumdadır.34
5. Gülbahar Hatun'un Zaviye ile İlişkisi
XVI. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı sarayında, Gülbahar Hatun adıyla bilinen iki Valide Sultan bulunmaktadır. Bunlardan birincisi II. Bayezid'i 1448'de Di-metoka'da dünyaya getirmiş olan Fatih'in -muhtemelen cariye kökenli- eşidir;35 diğeri ise, konumuz olan tekke ile ilişkili görülen Yavuz Sultan Selim'in annesi Ab-dussamed kızı Gülbahar Hatun'dur. XVI. yüzyıla ait vergi kayıtlarında birçok yerde vakıf kaydı bulunan bahse konu bu hayırsever saray hanımlarının kimliği konusunda değişik görüşler mevcuttur.36 Trabzon'da şehir içinde kendi adıyla anılan ve Yavuz Sultan Selim tarafından 1505/6 yılında yaptırılan türbedeki kitabesinde ismi anılmamış, sadece Anadolu Güzeli anlamında banu-yu Rûm ifadesi ile ima edilmiş37 olan Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar Hatun, bahse konu Hacı Abdullah Halife zaviyesi ile ilgili vakfiyede ..bi-tekyeti ummi's-sultani'l-a'zam.. şeklinde, Kanuni'nin ninesi, yani Yavuz'un annesi olarak anılmıştır. Vakfiyede açıkça adı zikredilmemiş olsa da tekkenin, Gülbahar Hatun adına tesis edildiği, bu konuyu inceleyen uzmanlar tarafından ortaya konulmuş bir durumdur.38 Yavuz Sultan Selim, Trabzon'dan ayrıldıktan ve tahta çıktıktan sonra, tekkenin statüsünü Akçaabat'tan Terme'ye kadar uzanan sahada faal olan Gülbahar Hatun vakfına bağlamış ve muhtemelen tekkeye gelir getiren köy sayısını da artırmıştır.39

6. XVIII - XX. Yüzyıllarda Hacı Abdullah Halife Zaviyesi XVIII. Yüzyılda Adı Geçen Zaviyedârlar


Hacı Abdullah Halife Zaviyesi'nin ve vakfının, XVIII. yüzyıldaki durumu ile ilgili ulaşabildiğimiz en mühim kaynaklar, orijinalleri kendilerini evlad-ı vâkıftan sayan kişilerin elinde bulunan Osmanlıca fermanlar ve belgelerdir. Bu belgelerden en eskisi, 1113 (1701) senesi Rebiulevvel ayının 19. günü tarihli olanıdır. Sultanı II. Mustafa'ya ait olan fermanda, bu tarihte Trabzon livasına bağlı Kürtün kazasına tâbi Harava ve Tohumluk köylerinde, söz konusu vakıfla ilgili görevli kişi olan Mustafa'nın vefatı nedeni ile aynı görevin oğluna verilmesini emreden bilgiler yer almaktadır.40
Sultan III. Ahmet Han'a ait olan 1133 (1721) tarihli bir başka fermandan41 ise, bahse konu köylerde zaviyeye ait sorunların halledilmesi konusunda Mustafa ve İbrahim adlı şahısların şikâyetlerinin dikkate alınması ve halledilmesi istenmektedir. Hacı Abdullah Halife tekkesinin gelip geçen yolculara imaret hizmetlerini fermanın yazıldığı bu yıllarda da sürdürdüğü; ayrıca zaviyedarlık görevinin Mustafa ve İbrahim adlı iki şeyh efendinin uhdesinde olduğu anlaşılmaktadır. Bahsi geçen fermanda, bu kişilerin babalarından veya oğullarından bahsedilmemektedir. Ancak evlâd-ı vâkıftan olduklarından kuşkumuz yoktur. 1725 tarihli başka bir belgede zaviye şeyhlerinden olan Hasan Efendi vefat etmiş, yerine oğulları Abdullah, Ali ve İbrahim zaviyedâr olarak kaydedilmişlerdir.42 1740 tarihinde bahsi geçen tekkenin zaviyedarlarından Molla Mustafa vefat etmiş, yerine oğlu Şeyh Hüseyin getirilmiştir.43 1772 tarihli Sultan III. Mustafa'ya ait başka bir beratta ise, Harava ve Tohumluk köylerinde bulunan vakıf yerlerin mutasarrıfları olan Şeyh İbrahim, Şeyh Mehmet ve Şeyh Sıddık adından bahsedilmektedir. Bunlardan ilk ikisi, bahsi geçen evlâdiyet vakfından kendilerine düşen hisselerini, beyan edilmeyen bir nedenle Şeyh Sıddık'a devretmişlerdir. XVIII. yüzyılın son çeyreğinde (1787) Hacı Abdullah Halife Camii'nin imamı Şeyh Mehmet'in vefat ettiğini, geride Hüseyin, Ali, Mazhar, Feyzullah ve Mustafa adlı oğullarının kaldığını Sultan I. Abdülhamit'e ait bir fermandan anlıyoruz.44
XVIII.   yüzyıla ait olan bu belgelerde küçük bir ayrıntı dikkat çekmektedir: 1 721
yılında Yağlıdere nahiyesi Tirebolu kazası kapsamındadır. Ancak bu tarihten 4 yıl
sonraya ait olan bir başka beratta buralar yeniden Kürtün'e tâbi kaydedilmiştir.
1772 yılına ait beratta ise vakfa konu olan köyler, Kürtün nâm-ı diğer Tirebolu şek
linde tesmiye edilen coğrafya içinde gösterilmiştir.
XIX.   Yüzyılda Adı Geçen Zaviyedarlar
XIX. yüzyıla ait belgelerde de bahse konu zaviye ile ilgili önemli ayrıntılar yer almaktadır. Tirebolu şer'iyye sicillerinde, bir vakıf davası nedeni ile Şeyh Osman ve Abdullah Şeyh ile oğlu İbrahim Şeyh birlikte anılmaktadır.45 Yüzyılın başında, yani 1807 yılında Harava ve Tohumlukta bulunan vakf-ı evlâdiyet mutasarrıflığı, Kürtün ve Tirebolu nâibliğine birlikte bakan Mevlânâ Seyyid Hüseyin tarafından Şeyh Sıddık oğlu Şeyh Osman'a verilmiştir. 1817 tarihinde Şeyh Muslihiddin, Şeyh Abdullah ve Şeyh Mehmet adını taşıyan evlad-ı vâkıftan kimseler, Hacı Abdullah Halife Camii'nde imamlık ve hatiplik görevine bakmaktadırlar. Bu tarihte Tohumluk nâm mezranın muayyen sınırı dahilinde olan Yarımca-kilise, Gürlek (Günlük?) ve Gerdek-hisarı denilen yerlerden elde edilen 196 akçelik hasılat da, bahse konu caminin imamet ve hitabet cihetlerine tahsis edilmiştir.46
XIX. yüzyılda Hacı Abdullah HalifeTekkesi'nden bahseden başka kaynaklarda bulunmaktadır. Bunlardan 1822 tarihli Trabzon Ahkam Defterlerinde ifade edilen kayıtlar, bahsini ettiğimiz beratları doğrular niteliktedir. Ahkam Defterinde yer alan ifadenin bir kısmı şöyledir: "Kürtün kazasında Harava ve Tohumluk nâm mahalde Hacı Abdullah Halife tekke ve arazi ve emlâkinde evlâdiyet ve meşrutiyet üzere nısıf hissesine (...) mutasarrıf olan es-Seyyid es-Şeyh Osman bin Şeyh Sıddık (...) karye-i Harava tahtında muharrer Tohumluk ve Yarımca-kilise ve Gerdek-hisarı ve Kör-kise, Hacı Abdullah Halife zaviyesi camiine hatip olanlara tahsis kılındığı Defter-i Hakânide mukayyed olmağla...47"
Görüldüğü gibi, Ahkam Defterindeki bu bilgilerle, zaviye mirasçılarının elinde bulunan beratlar örtüşmektedir. Hatta beratlarda bulunmayan bazı bilgiler Ahkam Defterinde yer almaktadır. Buna göre mesela, 1822 yılında Harava'da 45 nefer reaya (vergi yükümlüsü) bulunmakta; ...mahallin tahtında üç zemin, bir bağçe, bir çayır... ile, 15 nefer reaya bulunan Tohumluk ve Yarımca-kilise denilen mezralardan 1623 akçe gelir temin edilmektedir. Yine ilave bir bilgi olarak Mustafa, Hüseyin, İbrahim ve Halil adlı şahıslar da Şeyh Sıddık'ın diğer oğulları olarak belirtilmektedir.
Trabzon Ahkam Defterlerindeki bilgiler ile mutabık olan bu belgenin içeriğinde ayrıca, Tohumluk nâm mezranın sınırı dahilinde olan Yarımca-kilise ve Kör-ki-se şeklinde iki ekinliğinin olduğu da bize haber verilmektedir. 1843 tarihli Trabzon Ahkam Defterinde yer alan bir başka kayıtta ise Hisarcık karyesinin bahsi geçen zaviye vakfına tahsis edildiği ifade edilmektedir.48 Ahkam Defterlerinden ve fermanlardan anlaşıldığına göre 1822 yılında Şeyh Sıddık oğlu Şeyh Osman, zaviyenin şeyhliğine; kardeşleri Mustafa, Hüseyin, İbrahim ve Halil de, camii vakfın tevliyet cihetine mutasarrıf kaydedilmişlerdir. Bu tarihten 21 yıl sonra yazılmış olan ahkam defterinde ise Hisarcık karyesinde vâki Hacı Abdullah zaviyesinin za-viyedârlığı Şeyh Hasan, Şeyh Osman, İbrahim ve Şeyh Yusuf... adını taşıyan kişiler tarafından üstlenilmiş gözükmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakıf arşivlerinde yer alan şahsiyet kayıtlarında 1836 yılında Tohumluk Camiinde Şeyh Feyzul-lah oğlu Şeyh Hüseyin'in görev yaptığı; 1845 yılında da, yine aynı köyde kaim olan Hacı Abdullah Cami şerifi vakfından maaş alan İbrahim oğlu Ali Halifenin imamlık görevi yaptığı ifade edilmektedir.49
1849 yılına ait Tirebolu ve Kürtün kadılarına gönderilen bir fermanda Hisarcık köyünde yaşayan Corgor-oğlu İstefan, Ayvaz-oğlu İliya, Çoven-oğlu Panayot ve Zurnacı-oğlu Bana nâm zimmilerin, vakıf topraklarını kanun dışı tasarruf etmelerinin önüne geçilmesi istenmektedir. 1850 tarihli bir başka beratta ise, Hisarcık köyünde yaşadıkları ifade edilen evlad-ı vâkıftan çok sayıda mirasçı isim karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu zaviyenin vakıf gayri-menkullerinden elde edilen gelirlerin taksimini yapan bu belgede adı geçen kişileri şöyle zikretmek mümkündür:
•   Seyyid Mehmet oğulları Şeyh Ali ve Şeyh Abdullah,
•   Şeyh Abdullah'ın oğullan Hasan, Halil, Mehmet, Mustafa, Hüseyin ve İbrahim
•   Şeyh Mehmet oğlu diğer Abdullah'ın oğullan ise Hüseyin ve Feyzullah
•   Şeyh Halil oğlu Fazlı ve oğlu Mehmet
•   Hasan oğlu Şeyh Ömer ve oğlu Feyzullah
•   Şeyh Osman oğlu Halil
•   Şeyh Halil oğlu Ahmet
•   Şeyh Mazhar oğlu Şeyh Ömer
•   Feyzullah oğlu Şeyh Muslihiddin
Hacı Bektaş Velî/ 2005-35      101
 
Mehmet FATSA.
Bu belgede adı geçen kişilerin önemli bir kısmının şeyh olarak anılmış olması, bunların zaviyedâr olduğu anlamına gelmemektedir. Zira bu tarihlerde Hacı Abdullah Halife Tekkesinin şeyhlerinin Seyyid Şeyh Ali, Seyyid Şeyh Mehmet ve oğulları Seyyid Şeyh Abdullah, Seyyid Şeyh Ali olduğu mezar kitabelerinden anlaşılmaktadır. Söz konusu zaviyede postnişinlik yapmış olan şeyh efendilerin mezar taşlarını ilk olarak Naci Yüngül incelemiştir. Bu kitabelerde yer alan ifadeler şöyledir:
1.   Şeyh Mehmet Oğlu Seyyid Şeyh Abdullah'ın Şahide Kitabesi
Hüve'l-Hayyü'l-Baki
Gelip kabrim ziyaret eden ihvan /Edeler fatiha ruhuma ihsan Hacı Abdullah Halife evladlarından merhum ve mağfur es-Seyyid eş-Şeyh Abdullah Efendi ibn Mehmet ruhiyçin fatiha. Sene-1265, muharrem
2.   Seyyid Şeyh Mehmet oğlu Ali Şeyhin Kitabesi
Hüve'l-Bâki
El-mevt ke'sin külli nâsin şâribûn / Ve'l-kefen siya! külli nâsin lâbisûn Ve'l-cenâzetü merkel külli nâsin râkibûn / Ve'l-kabr bal külli nâsin dâhilûn.50
Bu şahideler üzerinde, yukarıda beratlara da konu edilmiş olan dört şeyhin adı geçmektedir. Bunlardan tarihçe en eski olanı 1265 (1848) yılından önce yaşadığı anlaşılan Mehmet oğlu Şeyh Abdullah'tır. Ancak onunla birlikte zikredilen babası Şeyh Mehmet'in ondan önce şeyhlik yaptığı anlaşılmaktadır. Ölen şeyh Abdullah'ın yerine Ali Şeyh geçmiş, ancak o da 1269 (1853) yılında vefat etmiştir.51 Ayrıca Tirebolu kadı sicillerinde 1864 yılında Şeyh Mehmet b. Abdullah adında, Tekke köyünde sakin bir kişiden daha söz edilmektedir.52
XX. Yüzyılda Adı Geçen Zaviyedârlar
Bahsi geçen zaviyenin geçtiğimiz yüzyıldaki durumunu ortaya koymamıza yarayacak iki önemli belge bulunmaktadır. Belgelerin her ikisi de Sultan V. Mehmet (Reşat) tuğrasını taşımaktadır. 29 Nisan 1913 (1 331) yılına ait olan bu beratlarda yer alan bilgiler şu şekilde nakledilir: Zâyedârhk Hissedarlığı:
•   Seyyid Hasan'm zaviyeclarlık hissesinin: bunun oğlu Abdullah'a; Seyyid Mehmet
hissesinin: bunun oğlu Kasım ile Kasım'ın oğullan Mustafa ve Osman'a;
•   Şeyh Muslihiddin ile Feyzullah hisselerinin: birincisinin oğlu Halil ile torunu
Muslihiddin'e;
102     Hacı Bektaş Velî/ 2005-35
 
. Karadeniz Bölgesinde Türk iskân Metoduna Bir Örnek: ...
•   Mehmet, Halil ve Hasan hisselerinin: üçüncüsünün oğlu olan Osman'a;
•   Ahmet Efendi hissesinin: bunun oğlu Ömer ile torunları Hasan, Mehmet ve Ali'ye;
•   Seyyicl Ömer hissesinin: diğer Hasan ile Arif ve Hüseyin Efendilere;
Gâlle Mutasarrıflığı (Tekke Gelirlerinden Yararlanma Hakkı):
•   1/4 hissesinin: Şeyh Mustafa mahlulünden bu şeyhin Hasan, Hasan, Hüseyin ve
İbrahim adlı oğulları ile Ahmet ve Halil adlı torunlarına;
•   1/4 hissesinin mutasarrıfları olan Osman ve Sıddık adlı şeyhlerden Şeyh Osman
hissesinin: oğulları Mehmet ve Genç Osman'a;
intikali hakkındaki evkaf mahkemesinin 24 Şaban 1 330 (18 Ağustos 1912) tarihli ilamı esas tutulmaktadır.53 Söz konusu bu iki berat zaviyedarlık hisselerinin tasdiki maksadıyla düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi, bu belgeler Hacı Abdullah Halife Zaviyesi, tarih içinde giderek değişen sosyal ve ekonomik şartlar nedeni ile, ilk teşkili aşamasındaki özelliğinden çok uzaklaşmış; Sultanların sağladığı imtiyazların, kısmi feodaliteye dönüşmesi ve imtiyaz tasarrufunun mirasçılar arasında paylaşılması şeklini almıştır. Bugün bile bahsi geçen zaviyeye ait belgeler, daha çok gayri menkul ve arazi anlaşmazlıklarına birer delil olarak kullanılmaktadır. Tarihi ve manevi değeri çok az insan tarafından takdir edilmektedir.
Genel Değerlendirme
Abdullah Halife zaviyesinin, tarih içinde yerine getirdiği misyon dikkate alınarak çeşitli değerlendirmeler yapılabilir. Anadolu'nun iç kesimlerinden gelerek Çakrak-Yağlıdere vadisi üzerinden kuzeyde Karadeniz limanlarına inen ve çevre köylerin yaylalar ile organik ilişkisini sağlayan umumi yolun üzerinde kurulmuş olması, bahse konu zaviyenin önemini ortaya koyan yönlerinden biridir. Çakrak ve Çıkrıkkapı yaylalarından doğan ve çeşitli vadilerden akan küçük akarsularla beslenen Yağlıdere ırmağı üzerinde kurulmuş olan çok sayıda tek gözlü kemer taş köprüler, bu yolun günümüze ulaşan en somut kalıntılarıdır. İşte Hacı Abdullah Halife Zaviyesi bu yol üzerinde kurulmuş; âyende ve revendeye hizmet eden, yolcuların konaklama, barınma ve hatta güvenlik sorunlarına çoğunlukla çözüm üreten önemli bir sosyal dayanışma ve güvenlik kurumu olmuştur.54 Bahse konu hizmetin yerine getirildiği imaret, zamanın ve insanların verdiği tahribata rağmen bu gün hâlen ayaktadır.
Hacı Abdullah Halife Zaviyesi'nin imaret hizmeti yanında üzerinde durmaya değer bir başka özelliği de din ve eğitim hizmetleri ile ilgili boyutudur. Zaviye-
Hacı Bektaş Velî/ 2005-35      103
 
Mehmet FATSA.
nin din hizmetleri boyutunda günlük veya haftalık rutin ibadetlerin ifa edildiği camii; başta Tekke köyü halkı olmak üzere çevre köy ve kasabalardan gelenlere verilen eğitim hizmetinin icra edildiği medrese ve her kesimden insana irşat hizmeti götüren, onların daha çok vicdani boyutunu tezyin eden tekke; ön plana çıkan üç temel unsur olarak karşımızda durmaktadır. Söz konusu medresenin ne zamana kadar aktif faaliyet içinde olduğunu bilemiyoruz, ancak erken dönem tahrir defterlerinde, bu medrese ile ilgili kısıtlı ifadelerin olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Bir irşat ve ibadet mekânı olan cami ise hâlen din hizmeti vermeye devam etmektedir.
Ulaşabildiğimiz tüm materyalleri inceleyerek ortaya koymaya çalıştığımız Hacı Abdullah Halife Zaviyesi'nin, tasavvufi ekollerden hangisine bağlı olduğu konusunda kesin netice elde etmiş değiliz. Buna rağmen, konu üzerine kafa yoran uzmanların tahminlerinden hareketle belli bir kanaat oluşturmak mümkündür. Bahse konu zaviyenin kurulduğu köyün 1486 yılında yapılmış olan tahrir defterinde kullanılmış olan adı, bu konuda bize önemli bir açılım sağlamaktadır. Zira eski Türk toplumunun sosyolojik yapısını bilen uzmanların da ifade ettikleri gibi, yer/köy adlarının oluşumunda aşiret, topluluk , cemaat veya dince kutsallığı olan bir öğenin seçimi belirleyici olmuştur.55 Bu yüzden Abdullah Halife'nin babası Kasım Halife'nin veya onun da babası olan Şeyh efendinin ilk olarak zaviye kurduğu bu köyün adının Ahi-Çukuru olarak seçilmiş olması önem arz etmektedir. Bu tercihi bir tesadüfe bağlayıp geçemeyiz. Ö. Lütfi Barkan, bahse konu zaviyelerin kurucuları veyahut adına kuruldukları şeyhler ve dervişler genellikle köylerde yerleşen göçmen Türk unsurların öncüleri veya kafile şefleridir, görüşüne yer verir.56 Bu durumda Kasım Halife ve oğlu Hacı Abdullah Halife, Tekkenin kurulduğu yere yerleşen Türk kafilesinin şeflerindendir. Yerleşilen mekâna aşiretin adı veya şeflerin adı verilmemiş; kafilenin mensubu olduğu sûfî akımın adı, giderek yer adına dönüşmüş olmalıdır. Ayrıca sûfi bir cemaatin, yaşadığı yere mensubu olmadığı meşrebin adını koyması, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Buna bakarak Hacı Abdullah Halife Zaviyesi'nin, en azından, önemini yitirdiği zamanlara kadar, bölgede etkin olmuş bir Ahi zaviyesi olduğu düşüncesini ileri sürebiliriz.57
Söz konusu zaviyeye ilişkin ilk incelemeyi yapan Naci Yüngül'e göre en azından XIX. yüzyıl şeyhleri Nakşibendi meşrebindendir. Gerçekten de bu yüzyılda Trabzon merkezli Nakşi dergâhlarının olduğu bilinmektedir. Nitekim 1836 yılında vefat etmiş olan Mevlânâ Mesut Nakşibendi'nin mezar taşında manzu-
104     Hacı Bektaş Velî/ 2005-35
 
. Karadeniz Bölgesinde Türk iskân Metoduna Bir Örnek: ...
menin bir dizesinde Tarik-i Nakşibend'in rehnümâsı Şah-ı Hâlid'den/Hilâfet tacını giymiş bir özge padişahtır bu ifadesine yer verilmiştir.58
1857 tarihli Osmanlıca bir belgede, Nakşibendi şeyhi Abdülhamit Efendi'den bahsedilmektedir.59 Mezar taşındaki ifadeden anlaşılmaktadır ki Trabzon yöresinde Nakşibendiliğin Mevlânâ Halid-i Bağdadî'den gelen Halidiyye kolu yaygındır. Halidiliğin ortaya çıkışı ve Anadolu'da yayılması ise XIX. yüzyıla rastlar.60 Bu da demektir ki, Hacı Abdullah Halife Zaviyesi şeyhlerinin bu yüzyıldan önce yaşamış olanları Halidî meşrebine mensup olamazlar. O yüzden Hacı Abdullah Halife zaviyesine bağlı daha önceki yıllarda yaşamış şeyh efendilerin Nakşibendi olduklarını iddia etmek mümkün değildir.
Söz konusu zaviyenin başlangıçta sahip olduğu misyonu, sonraki yüzyıllarda İmparatorluk kırsalındaki diğer zaviyeler gibi, kaybettiği görülmektedir. Bu durumu özellikle XIX. yüzyıla ait belgelerden izlemek mümkündür. Zira bu döneme ait belgelerde geçen ifadeler, zaviyenin gâlle mutasarrıflığı, yâni zaviyenin gayri menkulleri ve onlardan elde edilen gelirlerin taksimi ile ilgilidir. Söz gelişi 1846 tarihli bir kayıtta zaviyedâr Şeyh Ali, Kökez (köknar) Deresi adlı bir yayla davasında,61 taraf olarak adı geçmektedir. Ayrıca bu dönem şeyhleri halk arasında feodal bir anlam ihtiva eden ağa sanıyla anılmaktadır.62 Bu durumun temel nedeni, yüzyıllar içinde zaviyeleri önemsiz kılacak şartların ortaya çıkması; toplumsal hayatın şekil değiştirmesi, ticaret yollarının önemini kaybetmesi ve nihayet bu tür zaviyelerin giderek toprak ağalığına, feodalizme hizmet eden kurumlara dönüşmesi şeklinde ifade edilebilir.
  

   

Site Haritası
DÜĞÜN-NİŞAN-MEVLÜT